HİVA: DUANIN VE TARİHİN ŞEHRİ...

Bazı şehirler vardır, taşında tarih, toprağında dua, havasında huzur saklıdır. Hiva, işte bu şehirlerden biridir. Ceyhun’un kıyısında, çölün ortasında bir ilim ve irfan adasıdır. Yüzyıllar boyunca kervanların, âlimlerin, dervişlerin, seyyahların durağı olmuş; dualarla örülmüş bir medeniyetin sessiz tanığı hâline gelmiştir.

Bir rivayete göre Hiva; Hz. Nuh’un oğlu Sim tarafından kurulmuştur. Bir başka rivayette ise Hz. İbrahim’in torunları bu topraklara gelip bir kuyu kazmış, suyu tatlı çıkınca “Hey, bu su hayat gibi!” demişler, o sözden “Hivak” adı doğmuştur. Bugün hâlâ o kuyunun etrafında dua eden insanlar görülür. Belki de bu yüzden Hiva’nın havasında bir kadim dua kokusu, duvarlarında bir ezan yankısı vardır.

Bir ilim ve irfan yurdu olan Hiva; asırlarca Harezm Hanlığı’nın kalbi, İslam medeniyetinin ise ilim beşiği olmuştur. Yüzlerce medrese, onlarca cami, sayısız tekke ve kütüphaneye sahiptir. Her biri, bir zamanlar binlerce talebenin “Rabbi zidnî ilmen” (Rabbim ilmimi artır) duasını göğe yükselttiği mekânlar olmuştur.

Hiva’nın minarelerinden yükselen her ezan; sadece ibadete değil, hikmete çağrıdır. Juma Camii’ne giren biri, yüzlerce ahşap sütunun arasında kaybolur. Her sütun; bir ömrün, bir emeğin, bir secdenin şahididir. O sütunların gölgesinde nice bilge diz çökmüş, Kur’an’dan hikmet devşirmiştir. Hiva; sadece taşla değil, imanla inşa edilmiş bir şehirdir.

Tasavvufun sessiz nefesi olan Hiva'da; kalp konuşur, dil susar. Her köşe başında bir velînin hatırası, her sokağında bir mürşidin nefesi vardır. Hiva’nın en çok ziyaret edilen yeri Pakhlavan Mahmud Türbesidir. O; hem bir şair, hem bir filozof, hem bir pehlivandır ama en çok da gönül insanıdır. Onun kabri, dualarla süslenmiş bir huzur durağıdır. Halk, onun “Güç bedenle değil, kalple ölçülür” sözünü dillerinden düşürmez. Çünkü Hiva, kalbin şehridir; burada kuvvet bile tevazu ile ölçülür. Her taşında “La havle ve la kuvvete illa billah” yankılanır.

Hiva; tarihin gölgesindeki bir direnişin sembolüdür. Rus orduları Hiva’ya girdiğinde, minareler susmamış, ezanlar okunmaya devam etmiş, medreselerde gizlice dersler verilmiştir. Hiva halkının imanı sessizliğe sığmamış; onlar taşla, kalemle, sabırla işgale karşı direnmişlerdir. Sovyet döneminde kapatılan camiler bile duvarlarından dua sızdırmıştır. Hiva; tıpkı bir mümin gibi, zorlukta sabrederek bugün hâlâ ayaktadır. UNESCO’nun “Dünya Kültür Mirası” listesine girmesi, aslında insanlığın Hiva’ya duyduğu saygının nişanesidir.

Hiva; bir açık hava müzesidir ama aynı zamanda bir ruh şehridir. Hiva’yı gezerken sadece tarih görmezsiniz, bir ruh hissedersiniz. İçan Kala’nın dar sokaklarında yürürken, her adımda geçmişin ayak sesleri duyulur. Mavi çiniler güneşle yarışır, ahşap oymalar sabrın ve zarafetin diline dönüşür. Ezan sesleri, duvarlara çarpıp yankılanırken insan, zamanın durduğunu sanır. Çünkü burada saat, dünyanın değil, kalbin ritmiyle işler.

Hiva insana şunu fısıldar; “İmanla kurulan şehir, çölün ortasında da yeşerir.” Bu şehir, toprağından daha bereketli bir maneviyat taşır. Buhara akılla, Semerkant zarafetle ama Hiva kalple anlatılır. Çünkü burada kalp susmaz, dua konuşur ve belki de Hiva’nın en güzel duası, göğe her gün aynı teslimiyetle yükselir; “Ya Rab! Bu taş duvarlara değil, bu gönül şehirlerine huzur ver.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sami Kesmen Arşivi
SON YAZILAR