GÜÇLÜYKEN NAZİK OLMAK...
Güç, insanın en büyük imtihanıdır. Kimi insan gücü eline aldığında sesini yükseltir, kimi eline imkân geçtiğinde parmağını kaldırarak hükmetmeye kalkar. Kimi makamı görünce kalbini kaybeder, kimisi de aynı güçle daha fazla alçalır, daha fazla nezaket gösterir. Çünkü karakter dediğimiz şey, insanın eline güç verildiğinde ortaya çıkar. Zira güçlüyken nazik olmak; adamlığın göstergesidir, adem olmak, fıtrat gereği var olan bütün güzelliklere sahip olmaktır.
Bir insan, elinde imkân varken kırmıyorsa, önünde eğilenlere rağmen kibirlenmiyorsa, kendisine bağlı olanları ezmiyorsa; işte o kişi gerçek anlamda olgunlaşmış demektir. Zira nezaket; ancak gücün kontrol edilebildiği yerde kıymetlidir. Yoksa güçsüzün nezaketi çoğu zaman mecburiyettendir. Korkunun, çekinmenin, hatta yer yer çıkar hesabının cilasıdır. Bu yüzden güçsüzün nazikliği merhamet değil, çoğu kez zayıflığın tezahürüdür. İnsan çaresiz kaldığında kibar görünmeyi seçer ama bu bir duruş değil, sadece kendini koruma refleksidir.
Ne var ki zamanımızın en büyük sıkıntısı; insanların “fazla nazik” görünmek için kendi özlerinden, gerçek yüzlerinden uzaklaşmalarıdır. Fazla nezaket riyakârlığa dönüşür. Olduğundan çok daha yumuşak görünme çabası; gerçeği gizleyen bir maskedir. Bu maskeyi takan kişi, nezaket kisvesiyle yükselmeye çalışır ama bu yükselişin zemini sağlam değildir. Çünkü riya ile çıkılan merdivenin tabanı yoktur, insan attığı her adımda aslında boşluğa basmaktadır.
Riya; insanın içini boşaltan, kişiliğini tüketen, kimliğini silikleştiren bir zehirdir. Hak edilmemiş övgüleri, yapılmamış iyilikleri, sahip olunmayan erdemleri pazarlamaktır. İşte bu hormonlu bir itibardır. Dışarıdan parlak, içten koftur. Bir meyvenin dışı boyalı olsa da içi çürükse, güneş görünce nasıl kabuğu çatlar ve içindeki boşluk ortaya çıkarsa, hormonlu itibarın da köpüğü er geç sönecektir. O köpük söndüğünde, insan kendini olduğundan büyük gösterdiği yerden tepetaklak düşecektir. Çünkü şişirilmiş itibar, sahibini taşıyamaz. Kişi, hak etmediği yerden yükselirse, bir gün mutlaka başladığı yere çakılır. Üstelik bu düşüşte kaybedilen yalnızca sosyal statü değildir; insan bir kez maskesi düştüğünde, bir daha kolay kolay itibar kazanamaz. Toplum, iyiliğe güvenmekte cömerttir ama riyayı affetmekte cimridir.
Zira insanlar, birinin alçak gönüllülüğünü, sabrını, merhametini yıllarca takip eder ama riyakârlığını bir kez görmeleri yeterlidir. O tek görüntü, tüm geçmişi siler. Çünkü sahte olan, gerçek olanı her zaman gölgede bırakır. Nezaket samimiyetten beslenir; çıkarın gübrelediği nezaket ise en küçük rüzgârda çürür gider. Hak edilmeyen itibar, buharlaşmış bir sudur. Giderken izi bile kalmaz.
Bu yüzden insanın en büyük sermayesi, güçlüyken gösterdiği nezakettir. O nezaket ki; kökü tevazuda, gövdesi adalette, meyvesi ahlâktadır. İnsanın içi doluysa, dışı da sağlam olur. Kabuğu renklendirmeye gerek kalmaz, zira meyve zaten hak ettiği tadı verir. Gerçek güç, başkalarını ezebilme ihtimali varken bunu yapmamaktır. Güçlü olduğu hâlde kalbini diri tutan, kibirle zehirlenmeyen, kul hakkından çekinen, elindekini paylaşan, fakat riyaya kapı aralamadan yaşayan insan; “adamlık” sıfatına layıktır. Çünkü adamlık; sesini yükseltmekte değil gerektiğinde alçak sesle konuşabilmekte saklıdır.
Nezaketi makamla değil, bir damla vicdanla besleyenlerin itibarı kalıcıdır. Köpüğü sönenler değil; özünü koruyanlar kazanır. Güçlü iken kırmayan, kuvvetli iken incitmeyen, imkân varken zulmetmeyen kimselerin izleri sözleri ve söyledikleri kalıcı olur. Nezaket; tevazu, hizmet, hoşgörü, cömertlik, sabır, şükür gibi tüm güzel hasletlerin toplamından süzülen bir davranış biçimidir. Eğilip bükülmeden, ezilip çizilmeden, kıvırıp sırıtmadan yapılan davranışlar nezakettir. Fazla eğilmek, çok sırıtmak, gereksiz saygı, cömertçe tebessüm gibi hâller; nezaketi sulandırmakta, saygıyı ve hürmeti riyakârlığa dönüştürmektedir. Ancak, güçlü olanın nezaketi; hakikattir, bu hakikat o gücün ibadete dönüşmüş hâlidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.