GÜCE TAPMAK...
Yalakalar ve taklacılar güçlü gördüğü herkese secde ederler. Onların kıblesi; güçlü olan odaktır, ibadatleri de; yalakalık ve takla atmaktır. Toplumun en trajik ama en sık rastlanan tipolojilerinden biri "yalakalar" ve "taklacılar"dır. Bu insanlar; ilkesizliğin kitabını yazan, omurgasızlığın simgesi haline gelen karakterlerdir. Güç kimdeyse ona yönelir, kudret neredeyse oraya secde ederler. Gerçekten de onların kıblesi hakikat değil, güç merkezidir. Bu nedenle sabit bir istikametleri yoktur; rüzgâr nereden eserse oraya yönelirler.
İbadetleri yalakalık, dinleri menfaat olan bu tür insanlar için yalakalık; bir tür kulluk biçimidir. Bir ilkeye değil; bir makama, bir koltuğa, bir güce boyun eğerler. Duruşları yoktur. Çünkü omurgaları eğilmeye programlıdır. Onların namazı; çıkar odaklarının önünde eğilmekten ibarettir. Secdeleri; vicdanın huzuruna değil, çıkarın ayağına yapılır. Zihinleri değil, midesiyle düşünen bu insanlar için "menfaat"; kutsaldır ve uğruna her değer feda edilebilir.
Kur’an, bu tür karakterleri çok açık bir şekilde tanımlar; "Onlar, insanların kendilerini överek yüceltmelerini severler…" (Âl-i İmrân, 188) Bu ayet, içi boş ve gösteriş meraklısı, iltifat bağımlısı insanlara dikkat çeker. Çünkü yalakalığın beslendiği en temel kaynaklardan biri, pohpohlanma arzusudur.
Hz. Ömer (r.a) insanı tarif ederken; "İnsanları tanımak istiyorsan; yetki verdiklerine ve menfaate kavuşturduklarına bak" buyurmuştur. Zira insanın gerçek karakteri; güçle yüzleştiğinde ortaya çıkar. Kimi gücün karşısında dimdik durur, kimi ise secde eder. Yalakalar ve taklacılar, güce tapmanın farklı versiyonlarıdır. Onlar için haklı olmak değil; kazananın yanında olmak önemlidir. Bu da onları hem güvenilmez hem de tehlikeli yapar. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; “Bir kimseye yaptığı işten dolayı aşırı şekilde yağcılık ve övgüde bulunmayınız.” (Müslim) Zira bu tür aşırı övgüler; kişiyi firavunlaştırırken, öveni de alçaltır. Yalakalık, hem yapanı hem de yapılanı bozan bir ahlaki çürümedir.
Yalakalık ve taklacılık; ahlakî bir iflas hâlidir. Yalakalık bir meslek değil, bir ruh hastalığıdır. Taklacılık ise; fikirsizliğin ve şahsiyetsizliğin örneğidir. Bu iki karakter özünde şu mesajı vermektedir; “Güç kimdeyse ben ondanım.” Bu, iman değil; korkudur. Bu, duruş değil; eğilmedir. Bu, sadakat değil; çıkarcılıktır.
Hz. Ali (r.a); "İnsanları menfaatleri için sevenler, menfaatleri bittiğinde nefret etmeye başlar" buyurmuştur. Yalakalar da böyledir. Güç kaybolduğunda ortadan kaybolur, yenilenin yanına bile uğramazlar. Bu yüzden sadakatten değil, sadece kazançtan anlarlar.
Müslüman; yalaka değil, omurga ve şahsiyet sahibidir. Hak bildiği yolda yürür, güç karşısında eğilmez, takla atmaz. Güç kimde olursa olsun, onun yanında değil; haklı olanın yanında durur. İmam Şâfiî’nin şu sözü, bu tip insanlara en güzel cevaptır; “Herkesin bir kıblesi vardır. Benim kıblem haktır.” Yalakalar ve taklacılar ise güce taparlar, güç peşinde tepinirler. Onların kıbleleri menfaattir.
Güce tapmak bir kulluk biçimidir. Bu kulluğun ibadetleri; yalakalık ve taklacılıktır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.