DOYUMSUZ ZENGİN, TOPLUMSAL BİR DİNAMİTTİR...
Fakirlerin doyması çoğu zaman bir parça ekmekle mümkündür. Bir tas çorba, bir sıcak lokma, bir samimi ilgi doyum için yeterlidir. Fakir için mesele çeşit değil, ihtiyaçtır. Açlık bedendedir; doyunca diner. Ama zenginin açlığı midede değil, hırsındadır. Onun açlığı doymaz; çünkü sahip olduklarıyla değil, sahip olamadıklarıyla yaşar. İşte asıl tehlike burada başlar.
Bir toplumda fakirlerin açlığı doğal bir imtihandır ama zenginlerin doyumsuzluğu ahlaki bir çöküştür. Fakir, eline geçenle şükretmeyi bilir. Zengin ise çoğu zaman elindekini yetersiz görür. Daha fazlasını ister, daha yukarısını hedefler, daha çoğunu hak bildiğini zanneder. Sahip oldukça rahatlaması gerekirken, daha da huzursuzlaşır. Çünkü doyumsuzluk; insanı tatmin etmez, esir alır.
Doyumsuz zengin sadece kendini tüketmez, toplumu da kemirir. Çünkü o; paylaşmaz, biriktirir. Biriktirdikçe güvenliği artmaz, korkusu artar. Kaybetme endişesi, zenginliğini zehirler. Bu korku onu merhametsiz, adaletsiz ve kibirli yapar. Artık mesele ihtiyaç değil, üstünlük yarışıdır. O yarışta vicdan kaybolur, ölçü bozulur, denge yıkılır.
Toplumsal adaletsizlik çoğu zaman fakirin açlığından değil, zenginin doymak bilmeyen iştahından doğar. Çünkü fakir; açken talep eder, zengin; doyumsuzken dayatır. Fakir ihtiyacını ister, zengin imtiyazını korur. İşte bu noktada toplumda çatlaklar oluşur. Güven sarsılır, huzur kaçar, sınıflar arasında görünmez duvarlar yükselir.
Doyumsuz zengin; toplumsal bir dinamittir. Çünkü bulunduğu yerde gerilim üretir. Fakiri küçümser, emeği hafife alır, hakkı lütuf gibi sunar. Kendini merkezde görür, başkasını yük sayar. Böyle bir zihniyet yaygınlaştığında, toplumda ne kardeşlik kalır ne dayanışma ne de adalet duygusu. Herkes kendini kurtarmaya çalışır, gemi delinir ama kimse suyun yükseldiğini fark etmez.
Oysa tarih bize şunu defalarca göstermiştir; toplumlar fakirlikten değil, adaletsizlikten çöker. Açlık sabırla taşınabilir ama haksızlık birikir ve patlar. Fakirin duası bazen sessizdir ama etkilidir. Doyumsuz zenginin hırsı ise gürültülüdür ve yıkıcıdır. Biri sabrı, diğeri öfkeyi büyütür.
Gerçek zenginlik; çok şeye sahip olmak değil, yetinebilmektir. Kanaat; malı azaltmaz, insanı büyütür. Paylaşmak; fakirleştirmez, toplumu ayakta tutar. Bir lokmayı bölüşebilen toplumlar; ayakta kalır, sofrayı tek başına doldurmak isteyenler; yalnızlaşır ve sonunda yıkılır.
Bugün en büyük kriz; ekonomik değil, ahlaki bir krizdir. Çünkü sorun kaynakların yetersizliği değil, vicdanların kurumasıdır. Fakir; hâlâ azla yetinmeyi biliyor ama zengin; çokla yetinmeyi öğrememiştir.
Eğer bir toplumda zenginler doymayı öğrenmezse, fakirlerin sabrı da bir gün tükenir. O gün geldiğinde kaybeden sadece zengin değil toplumun tamamı olur. Çünkü doyumsuzluk; bireysel bir kusur gibi görünse de, sonuçları her zaman toplumsal olur.
Fakiri bir parça ekmek doyurur. Ancak, zenginin doyurmayan hırsı, bir milleti açlıktan önce hüsrana sürükleyebilir. Çünkü, doyumsuzluk; her türlü haksızlık ve ahlaksızlığın kaynağıdır. Bir toplumda, haksızlık ve ahlaksızlık rutin hâline gelmişse; o toplum çökmeye mahkûmdur.
Fakirlerin varlığı; zenginlerin bereket kaynağıdır. Onların duası, rahmet vesilesidir. Doyumsuz zengin ise; felaketin habercisidir. Onun duası, haramlar nedeniyle boğazda takılı kalır. Doyumsuz zengin; toplumda pimi çekilmiş bombadır, patlamaya hazır dinamittir. Patladığında, sadece kendini değil, içinde bulunduğu topluma da felaket yaşatır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.