ZEKÂ VE VİCDAN...

İnsanoğlunun yeryüzündeki serüveni iki büyük sermaye ile şekillenir, bunlar; "Zekâ ve Vicdan"dır. Biri aklın ışığı, diğeri kalbin sesidir. Biri görmeyi sağlar, diğeri doğruyu gösterir. Zekâsı keskin ama vicdanı sönmüş olan bir kısım insanlar vardır ki; güçleriyle yıkmış, dilleriyle parçalamış, çıkarları uğruna adaleti boğmuşlardır. Oysa insanı insan yapan sadece aklı değil, o aklı hangi niyetle kullandığıdır.

Zekâ; Allah’ın kula bir lütfudur. Kur’ân sık sık "akledenler", "tefekkür edenler", "anlayanlar" diye seslenmektedir. Çünkü akıl; doğru yolda kullanıldığında insanı Allah’a yaklaştırır, yönsüz bırakıldığında ise; kibire, hileye, zulme alet olur. Tarih boyunca zekâsıyla öne çıkan ama vicdanı olmayan; firavunlar, nemrutlar, entrikacı münafıklar çıkmıştır. Onlar da; düşünen, planlayan ama kalplerinde rahmet, adalet ve Allah korkusu bulunmayan insanlar olmuşlar, tarihe de "Vicdansız"lar olarak geçmişlerdir.

Vicdan; insanın içindeki ilahi pusuladır. Bir işin doğruluğunu ya da yanlışlığını kulağa fısıldayan manevi bir sestir. Peygamberimiz; “Günah, kalbini tırmalayan ve insanların bilmesini istemediğin şeydir.” (Müslim) buyurmuştur. Bu da göstermektedir ki; hakikat her zaman yüksek sesle değil, bazen sessizce fısıldayan vicdanla duyulmaktadır.

Firavun'un vicdana uymayan, kendince zekâ ürünü düşüncesini, ibret için Allah Kuran'da bildirmekte ve “Ey kavmim! Mısır mülkü ve bu altından ırmaklar akan memleket benim değil mi?” (Zuhruf 51) buyurararak Firavun’un böbürlenmesini anlatmaktadır. Onun; zekâsı vardı ama vicdanı yoktu, adaleti değil, egemenliği severdi. Oysa Allah'ın razı olduğu kul; zekâsını haksızlıkları örtmek için değil, hakikati göstermek için kullanan kişidir.

Zekâsını Allah’a adayan bir Müslüman; sadece bilgili değil, aynı zamanda merhametli ve sorumluluk sahibidir. Zekâ, güçlü bir bıçak gibidir. Vicdan ise onun kınındaki emniyettir. O emniyet yoksa, her söylenen söz yaralayacak, her yapılan eylem yıkacaktır.

Zekâ, yaratılıştan verilen bir sermayedir. Kimine çok, kimine az verilir ve bu İlahın takdiridir. Ancak zekâyı kıymetli kılan unsur; onun nasıl ve ne amaçla kullanıldığıdır. Zekânın kendisi bir meziyettir; ama onu değere dönüştüren şey; vicdanla buluşmasıdır. İnsan bazen çok şey bilir. Bilgiyle donanmıştır. Etkili konuşur, dikkat çeker, alkış alır. Ama şunu unutmamak gerekir ki, bilgin olmak; yalnızca “bilmek” değil, bildiğini yerli yerince kullanabilmektir. Bilgi, insanı büyütmez; doğru kullanıldığında insanı “olgunlaştırır.” Aksi takdirde kuru bir entelektüellikten öteye geçemez.

Erdem; sadece okumakla, öğrenmekle değil alışkanlıkla kazanılır. Ahlaki bir refleks hâline gelmeyen hiçbir bilgi; değer üretmez. Davranışa dönüşmeyen bilgi; sadece vitrindir, gösteridir. Bu sebeple; zekâya değil vicdana kulak vermek gerekir. Kimi zekâ, onarır, yarayı sarar, kalbi ısıtır. Ama kimi zekâ da öyle keskindir ki; incitmeden parçalar. Çünkü o zekânın pusulası vicdan değildir. Akıl vardır ama kalp yoktur. Dil vardır, ama edep yoktur. Söz vardır, ama özü yoktur. Vicdan susmuşsa, o insandan çıkan ses, ne kadar güçlü olursa olsun; içeriği boştur ve bozuktur.

İnsanın içinde taşıdığı en hayranlık uyandıran değer vicdanıdır. Vicdan; aklın bekçisidir, bilginin ruhudur. Sessiz bir öğretmendir. Doğru ile yanlışı bazen kelimesiz ama apaçık bir şekilde anlatır. Gerçek bilgi, “ne kadar bildiğini göstermek” değil; “neyi yapmamak gerektiğini bilmektir.” Bilgelik, yapılacaklar listesi kadar, yapılmayacaklar listesini de bilmektir.

İnsanlar başarıya, servete, zekâya hayranlık duymaktadır. Oysa insanı “adam” yapan; nasıl yaşadığı, neye değer verdiği, ne uğruna fedakârlık yaptığıdır. "Adam/Adem” olan insan; karakterlidir, adaletlidir ve içinde taşıdığı değerleri, dış dünyaya taşıyabilendir.

İyi olmak, güleryüzlü, yardımsever, nazik görünmek kolaydır. Ama adil olmak zordur. Çünkü adalet, sadece duyguyla değil; vicdanla, bilgiyle ve cesaretle mümkündür. Adalet; en sevdiğine karşı bile doğruyu söyleyebilmektir. İşte o zaman insan; adam yani adem olur. Kötülük, her zaman karanlık görünmez. Bazen iyilik kılığına girer. Masum görünür. Güzel sözlerle, etkileyici sunumlarla kamufle olur. Ama vicdan onu tanır. O yüzden vicdanı canlı olan insanı kandırmak kolay değildir. Çünkü vicdan, karanlıkta bile doğruya giden yolu aydınlatan ruhsal bir ışıktır.

Yalan, büyük günahtır ama en tehlikeli yalan; doğruya en çok benzeyendir. Çünkü o yalan; insanı şüpheye düşürmez. Doğru gibi görünür, ama hakikatten saptırır. Adam/Adem olmak; doğruyu savunmak kadar, doğruya benzeyen yanlışı da fark edebilmektir. Unutulmamalıdır ki, ahlak, insanın yalnızken ne yaptığıdır. Toplum önünde sergilenen rol değil sahne dışındaki tutumudur. Kalabalıkta değil, tenhalarda ne yaptığıdır. İşte o yüzden, insan yalnızken de kendini denetleyebiliyorsa; işte o insan adam/adem olmuştur. Esas olan; zekâyı vicdanla yönetebilmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sami Kesmen Arşivi
SON YAZILAR