M.Halistin Kukul

M.Halistin Kukul

MANKURTLARA DİKKAT

                         Söz, Ulu Hakan-Gök Sultan'dan açılmışken,  zamanının mühim bir hâdisesi  olarak, kendilerine yapılan sûikasttan da bahsetmek istiyorum:

    Herkes bilir ki, biz Türk milleti olarak, dâimâ iyi niyetliyiz; saf, merhametli ve sabırlı olup, art niyetli olmaktan da aslâ hoşlanmayız . Sevdiğimizi delicesine , çılgıncasına sever; buğzettiğimizden de o derece uzak durmaya çalışırız.

     Hâdise şudur : Abdülhamîd Han, 21 Temmuz 1905 târihinde, bir Cuma namazı sonrası, Yıldız Camii'nin cuma selâmlığından çıkıp arabasına doğru ilerliyordu. Her zaman olduğu gibi, merdivenleri indikten sonra, birkaç yüz metre ilerdeki arabasına binecekti.  Ancak; bu sırada,  Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi, Pâdişah'la bir mevzûda istişârede bulunmak için önüne çıkmıştı. Böylece; birkaç dakikalık bir duraklama/gecikme meydana gelmişti.

    İşte tam bu sırada, Pâdişah'ın arabasında şiddetli bir patlama oldu; kol, kafa,bacak, havada uçtu. Herkes can derdine düştü!

    Ulu Hakan'a bir sûikast tertip edilmişti ve bunu yapan da Jorris adlı bir Ermeni militanıydı.

    Ulu Hakan Abdülhamîd Han, bu sûikasttan hiçbir yara almadan sağ sâlim kurtulmuştur ammâ  bu    " kurtuluşa  ", Tevfik Fikret gibi sevinemeyenler de bulunmaktaydı. Maksat belliydi: Muhteşem  Türk Cihân Devleti'nin salâhiyetlisi ve mes'ulü olarak Pâdişah'ın ortadan kaldırılmasıyla hâsıl olacak kargaşa sonunda da,  bu Türk Cihân Devleti dağıtılacak/dağılacaktı.

     Bu hâdise bize bir hususu daha işâret etmiştir ki, bütün " azlık /ekalliyet ırkçıları" ve onların yardakçıları, destekçileri ve hâmileri de, Müslüman-Türk'ün  yaşamasını  arzu etmiyor  ve gelişmesini hazmedemiyorlardı. Onları anladık da Tevfik Fikret'e ne oluyordu? Diyeceksiniz. İşte mes'ele burada başlıyor!

       O; " Sis" başlıklı şiirinde:

                  "Milyonla barındırdığın ecsâd (cesetler) arasından

                   Kaç nâsiye (alın) vardır çıkacak pâk ü dırahşân (aydınlık) "

        Diyerek mâzîmize hakaret ederken; "Bir Lâhza-i Te'ahhur" (= Bir Anlık Gecikme) adlı şiirinde de Ermeni  sûikastçı Jorris'in başaramamasından  hayıflanarak  ve hüzünlenerek şöyle der:

                   "Ey şânlı avcı, dâmını (tuzağını ) bîhûde ( boşuna)  kurmadın.

                     Attın... fakat yazık ki, yazıklar ki vuramadın."

    Tabiî;  bu mısraların öncesinde ve sonrasında, bu sûikast  hâdisesi öyle bir  tasvir ediliyor  ki, insan şaşırıp kalıyor; insanlığından utanıyor. Ve ister istemez; bu "Türk düşmanlığı"nın sebebi  nedendir?diye sormadan da edemiyor.

     Fakat, şu kadarını da ifade etmeliyim ki, bir başka şiirinde:

                      " Vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i beşer"

    Diyen bu  "kozmopolit mizaçlı" adam; bu şiirinde, ne hazîndir ki;

                 "Dursaydı bir dakîkacağız devr-i bî-sükûn,

                  Yâhud o durmasaydı, o iklîl-i ser-nigûn.

                   Kanlarla bir cinâyete pek benzeyen bu iş

                  Bir hayr olurdu, misli asırlarca geçmemiş " 

     Deme bayağılığını ve küstahlığını da göstermektedir.  Kaldı ki; o, bu sûikastı, takdire şâyân bir faaliyet olarak da,  " yüce/ulu/saygıdeğer"  takdîm ederek:

          "Ey darbe-i mübeccele, ey dûd-i müntakim" (Yâni: Ey yüce patlama/darbe, ey intikam alıcı duman!) demektedir!

            Edebiyât târihçisi Nihad Sâmi Banarlı diyor ki: " Târih-i Kadîm'de Fikret, hemen bütün îmanlarını, hattâ sonraları yeniden avdet edeceği inanışları inkâr ediyordu. O kadar ki, eğer Türk milleti Fikret'in bu manzûmesinde telkin ve temennî ettiklerini biraz olsun benimsemiş olsaydı; yâni bir taraftan inandığı Allahı ve bütün dînî inanışlarını küçümsese, diğer taraftan, onun:

                 "Kahramanlık...Esâsı, kan, vahşet"

       Deyişindeki, yâhud:

                "Yere geç satvetinle ey serdâr!"

         Diye haykırışındaki dinsizliğe inanarak, kahramanlığı bir cinâyet sayıp silâhları bıraksaydı, dört çevresi düşmanla dolu bu millet ne bir Çanakkale Zaferi kazanabilir, ne de bir İstiklâl Harbi yapabilirdi. Yurdunu da hattâ kahraman bile olmayan herhangi bir millete teslîm etmiş olurdu."

         (Bknz: Nihad Sâmi Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Târihi, Millî Eğitim Basımevi,  İstanbul 1978, Sy.1032)

        Bütün bunlar da gösteriyor ki; saf, merhametli, hoşgörülü, kanaatkâr,sabırlı, yardımsever Türk'ün, "  dâhilî ve hâricî düşmanlarını " yakından tanıması, bu hasletlerinden vazgeçmesi demek değildir. Târihin, bize verdiği işâret budur!

    

    

   

         

  

 

  

  

           

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M.Halistin Kukul Arşivi
SON YAZILAR