BİRLEŞEREK GÜÇLENMEK...
Hayatın her alanında güç; birliğin meyvesidir. İnsan, yaratılış itibarıyla sosyal bir varlıktır. Yalnızlık fıtrata aykırıdır. Ne yalnız bir birey, ne dağınık bir aile, ne parçalanmış bir millet, ne de bölünmüş bir ümmet ayakta kalabilir. Her dönemin en büyük zaafı; birlik ruhunun zedelenmesidir. Tarih şahittir ki; yıkımların, işgallerin ve felaketlerin çoğu; dağınıklıktan, zaferler ve direnişler ise; birlikten doğmuştur.
Birey; kendiyle barışık, başkalarıyla uyumlu olmalıdır. Birleşme, ilk önce bireyin kendi iç dünyasında başlar. Kendiyle barışık olmayan, ruhen bölünmüş, zihnen dağınık bir insanın; dış dünyayla sağlıklı bağlar kurması zordur.
İnsan; nefsini, aklını ve kalbini bir çizgide toplayabilmeli, gönül bütünlüğünü sağlamalıdır. Ruhsal çatışma yaşayan birey; en küçük krizde parçalanır. Sağlam duruşlu insan, iç huzuru olan kişi; ailesine de, milletine de güven verir. Kendine hâkim olan insan; çevresiyle de sağlıklı ve yapıcı ilişkiler kurar. Bireysel farkındalık; ümmete kadar uzanan birlik zincirinin ilk halkasıdır.
Aile; birliğin çekirdeği, toplumsal yapının temelidir. Ailedeki her fert, bir yöne çekerse; evin huzuru bozulur, bereket kaçar, sevgi solar. Anne baba arasında muhabbet yoksa; çocukların istikameti olmaz. Ailede birlik varsa; sofra bereketlidir, dertler paylaşılır, sevinçler çoğalır. Unutmamalı ki, güçlü milletler sağlam aile yapısıyla inşa edilir. Ailede
birlik sağlanamazsa; toplumsal çöküşün ilk çatlağı buradan başlar. Bu yüzden her birey, ailesinin birleştirici harcı olmalıdır. Millet; ortak değerlerde kenetlenmektir. Milletin gücü; farklılıkları düşmanlık sebebi değil, zenginlik vesilesi olarak görmesindedir. Dil, etnik yapı, mezhep gibi farklılıklar toplumu ayrıştırmamalı; tam aksine bir mozaiğin parçaları gibi bütünü oluşturmalıdır. Vatan, bayrak, ezan, iman gibi değerler etrafında kenetlenen toplumlar yıkılmaz. Ne zaman ki bireysel çıkarlar, grup fanatizmi, siyasi hırslar öne çıkar; işte o zaman milletler çatırdamaya başlar. Bir millet, içten içe bölünüyorsa; dışarıdan gelen saldırıya gerek kalmaz, çöküş içeriden başlamış olur.
Ümmet; parçalanan ve parçalayan değil, kucaklayan ve bütünleştiren bir yapıdır. İslam ümmeti, tarihi boyunca yaşamadığı kadar dağınıklık ve kırılganlık içindedir. Aynı kıbleye yönelen, aynı peygambere inanan, aynı kitabı okuyan insanlar; mezhep, meşrep, ırk, ideoloji gibi ayrımcılıklarla birbirine düşman edilmiştir. Bu parçalanmışlık; sadece siyasi ve coğrafi sınırları değil, gönül bağlarını da parçalamaktadır. Oysa ümmet olmak; ortak acıya birlikte ağlamak, ortak sevince birlikte sevinmektir. Ümmet bilinci; sadece sınırları değil, yürekleri birleştirmektir. Kudüs’teki bir çocuğun gözyaşı, Samsun’daki bir annenin duasıyla silinebiliyorsa; işte orada ümmet ruhu vardır.
Allah Kur’an’da, “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; bölünüp parçalanmayın” (Âl-i İmrân, 103) buyurarak istikameti göstermiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise, birliğin gücünü yaşayarak ve yaşatarak ümmete öğretmiştir. Ensar ve Muhacir’i kardeş ilan eden Rasulullah; tüm toplumu “tek vücut” olarak görmüş, “Müminler birbirini sevmekte, merhamette ve şefkatte bir vücut gibidir. Vücudun bir organı rahatsız olursa, diğerleri de uykusuz ve ateşli olur” buyurmuştur.
Bölünmek; zillet, birleşmek; izzettir. Bölünme; zayıflık, çözülme ve yok oluşun eşiğidir. Birlik ise; dirilişin, izzetin, direnişin habercisidir. İster bireysel yaşamda, ister ailede, ister millette, ister ümmette olsun; her parçalanma zaaf doğurur, her kenetlenme ise zafer getirir.
Bugün ihtiyaç duyulan şey; daha fazla konuşmak değil, daha fazla birleşmektir. Söze değil, safa geçmektir. Kin değil kardeşlik, rekabet değil muhabbet, ayrılık değil birlik zamanıdır. Hakikat; yalnızlarla değil, kenetlenenlere beraber zafer
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.