ALLAH'A EMANET ETMEK.....

Horasan erlerinden biri olan ve İzmir Tire'yi yurt edinen Abdülaziz Efendi, iyi eğitim almış, bilgili ve dindar kişiliği yanında çevrede ailesine düşkünlüğü ile bilinen takva sahibi bir Allah dostudur. Yaşadığı ifâde edilen ve önemli bir örnek olarak insanlara ışık tutan bir kareyi paylaşmak istiyorum. Zira, Allah'a emanet olmanın ve etmenin sonuçlarını ortaya kayması bakımından bu örnek çok dikkate değerdir. Evimizden ayrılırken, sohbetimize son verirken, yakınlarımızı uğurlarken, "Allah'a emanet ol" demenin ne kadar önemli olduğu paylaşacağım örnek tabloda görülmektedir.
"Abdülaziz Efendi bir gece rüyasında peygamberimizi (SAV) görür. Peygamber efendimiz kendisini çağırır. Bu rüyayı bir daha, bir daha görünce durumu eşine anlatır. Bunun üzerine eşi: "Seni hac görevini yapman için çağırmaktadır, davete icabet düşer." der. Ekonomik durumu da hac görevi için uygun olan Abdülaziz Efendi, hacca gitmeye karar verir. Durumu eşine açar. Eşi: "Hayırlı olsun ama bir şeyi bilmende fayda var, ben hamileyim, bebek sen hacca gittiğin dönemde doğabilir. Bunu bilesin istedim." der. Abdülaziz Efendi hacca gidip gitmeme konusunda kararsızlığa düşer. Ancak eşinin, dostlarının ve yakınlarının teşvik ve telkinleriyle sonunda hacca gitmeye karar verir.
Yolculuğun başlayacağı gün gelince eşi ile vedalaşırken Abdülaziz Efendi: "Hakkını bana helal et, doğacak çocuğumu da Allah'a emanet ediyorum, yüce Rabbim doğacak çocuğumu ve seni korusun." diyerek vedalaşır. Sonra hac kafilesiyle yola koyulur. At sırtında günler günleri, haftalar haftaları kovaladı. Sonunda üzerlerine farz olan hac görevini yerine getirmek için Kabe'ye ulaşır.
Hac görevini eksiksiz ve büyük bir gönül hoşluğuyla bütün müslümanlar gibi yerine getirir. Abdülaziz Efendi her namazının ardından karısı ve çocuğunun korunması için Yüce Allah'a dua eder. "Yüce Rabbim! Doğacak çocuğum ve onu dünyaya getirecek olan eşim sana emanettir, onları koru, onları kayır, eşime yardımını esirgeme." diyerek dualarını tekrarlar.
Hac ibadeti bitince, Tire kafilesi dönüş yoluna revan olur. O kafilenin içinde Abdülaziz Efendi, sebebini bilmediği bir sıkıntı içerisinde yolları tüketmek ister, bir an önce memleketine gelmek için canı sıkılır. Yolculuk boyunca dudakları kıpır kıpır dua eder. Ve kafile uzun ve meşakkatli bir yolculuğun sonunda Tire'ye ulaşır. Kafilenin geldiğini haber alan şehrin büyükleri, velileri gelenleri karşılamaya çıkarlar. Herkes gelenlerle kucaklaşmalarda iken Abdülaziz Efendi eşini arar ve karşılayanlarla aralarında dilalog gelişir: "Gelenlere "Eşim" diyordu. "Eşim nerede?" önce bir sessizlik oldu. Sonra bir yakını konuştu: "Abdülaziz Efendi, Allah sana ömür versin." dedi; büyük bir üzüntü içerisindeydi. Bunun üzerine Abdülaziz Efendi sarsıldı. Anlamıştı, eşi vefat etmişti. İlk şaşkınlık geçtikten sonra Abdülaziz Efendi: "Peki, ya bebek? Bebeğe ne oldu?" diye sordu. Bunun üzerine çevresindekiler cevap verdiler: "Bebek daha doğmamıştı, o da anasının karnında, onunla gömüldü, yani o da onunla öldü." dediler."
Bunun üzerine Abdülaziz efenditelaşla ve heyecanla: "Olmaz, olamaz." diyerek "Mezarı açalım, ben oğlumu Yüce Rabbime emanet etmiştim. Hemen mezarı açalım, hemen açalım." diye feryat etmeye başlar. Önde Abdülaziz Efendi, ardından bir grup ahali koşarak karısının mezarına giderler. Ellerine ne geçirdilerse, kürek, çapa ve elle henüz taze olan mezarı kazarak açarlar. Mezar açılınca herkesin kanını donduracak bir olayla karşılaşırlar. Bebek doğmuş, annesinin işaret parmağını emiyor halde görür ve bulurlar. Abdülaziz Efendi: "Biliyordum, biliyordum." diyerek gözyaşları içerisinde oğlunu kucağına alır. O gün, orada, o anda, o erkek çocuğuna bir isim koyarlar "İBN-İ MELEK" (Meleğin Oğlu) adı verilir.
O İbn-i Melek büyür. İyi eğitim alır, kitaplar yazar, Osmanlı Sarayı'nda şehzadelerine eğitimlerinde de görev yapar. Ve yıllar sonra büyük bir bilgin olarak Türk-İslam tarihindeki yerini almış olur. Türk-İslam bilgini olarak Birgi'deki İmam-ı Birgivi Hz.'nin de hocalığını yapar. Hatta bir keresinde kendisine İmam-ı Birgivi Hz.'nin kendisini geçtiği söylendiğinde, İbn-i Melek Hz.'nin verdiği cevap bütün dünya literatürüne giren bir cevap olur: "Evet, İmam-ı Birgivi bilgi konusunda beni geçmiştir. Yani boynuz kulağı geçti." diyerek öğrencisini övdüğü görülür.
Bugün, Tire'nin orta yerinde; mezarda doğan bu alimin bir türbesi vardır. Türbenin olduğu cadde onun adıyla anılır. Türbesinin üzeri semaya açıktır. Kendi vasiyetiyle böyle olduğu iddia edilmektedir. Yüce Allah'ın rahmetlerinin üzerine yağmasını istemiştir. Bu durumun niçin böyle olduğunun cevabını ise Hz. Enes vermektedir. Hz Enes (RA)'dan rivayet edildiğine göre bir Hadis-i Şerif'inde Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmuştur: "Mü'minin mezarının üzerine rüzgarların debrenmesi (esmesi) ve yağmurların damlayarak mezarına akması günahlarına kefarettir." dediği için öyle bıraktırdığı söylenir.
Allah'a emanet etmenin sonuçlarını göstermek bakımından ibretli ve hikmetli bir vakıa olarak zihnimizde iz bırakması dileği ile......

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sami Kesmen Arşivi
SON YAZILAR