Sevgi fedakarlık ister

Sevgi adını verdiğimiz ulvi duyguyu taşımak da insanı o derece ulvileştirir. Evet,bu duyguyu kime sorsanız bir şekilde mutlaka yaşamıştır.Gerek insan sevgiyi gerek doğa sevgisi gerek Rab sevgisi gibi çeşitleriyle insan kalbinde vuku bulan sevgi,yaşanması değil TAŞINMASI zor bir duygudur.Geniş düşündüğümüz zaman gerçekten sevgiyi taşımanın nasıl zorlukta olduğunu görebiliriz.Bir çiçeği sevebilirsiniz.Ona her gün güzel nağmeler fısıldayıp yapraklarını kımıldatışını izleyebilirsiniz.Fakat,o çiçeğin familyasını,nasıl bakılması gerektiğini,nelerin fayda getireceğini nelerin ona zararı dokunduğunu iyi bilmeniz gerekir.Aksi halde çiçek açışını,tomurcuklarının filiz verdiğini göreceğiniz yerde yapraklarının solup kökünden kuruduğuna acı bir şekilde şahit olabilirsiniz.Bir çiçek ki bu denli hassaslık gösteriyor düşünün ki insani ilişkilerde bunu taşıyabilmek nasıl olsun.Gerçekten insani boyutuna geldiğimiz zaman,bu zorluğun derecesi hayli artar.Sevmek demek sorumluluk demektir.Sevmek demek Mecnunun sadece bir yönünü örnek alıp kendini çöllere salmak değildir.Ki Mecnun sevgisinin sonucunda Leyla dan Mevla"ya yönelerek sevgiyi taşıma mevhumunda en üst düzeye çıkmıştır.Sevdiğimiz her varlığa karşı sorumluyuz.Mesela bunların başında en kutsal varlığımız annemiz gelir.Bildiğimiz üzere geçtiğimiz Pazar Anneler Günü adı verilen,sanki annelerimize tek o günde hediye alıyormuşuz gibi lanse ettirilip uygulamasının birçoğumuz tarafından yapılan,onu o gün mutlaka aramalı görmeli sevmeli sarmalı gibi saçmalıkları barındıran bu ulvi!günü ardımızda bıraktık.Peki bu mudur sevgi?Asla…Sen git yılın 365 günü olmasa da çoğu gününde annene sesini yükselt hatta daha da ileri giderek haddini aş.Ama o Ulvi! Günde hiçbir şey yokmuş gibi ağlayan bebeği kandırıyormuş gibi agucuklarla annenin değerini! böyle ifade et!Önemli olan ona olan sevgimizden ötürü ne kadar haklı olursak olalım bizi üzecek olsa dahi kendimize hakim olup usulünce kendimizi ifade etmektir.”Baş edemiyorum bu yönümle çok kızıyorum ama değişemiyorum ne yapabilirim”?diyenleri duyar gibiyim.İşte bu yüzden “Sevgi fedakarlık ister.”Ben bunu sadece anne yönüyle ele aldım ama bu çok değer verdiğiniz bir dostunuz eşiniz sevdiğiniz için de geçerli olan acı bir gerçektir.Sevdiyseniz zaten göze almışsınız demektir bir kere…Neyi mi?Kazanmayı..Kaybetmeyi..Kısa ve öz ;Sorumluluğu…O yüzden yazımın başında dedim ya Sevginin Yaşanması değil TAŞINMASI zordur diyor ilgili bir hikayeyle yazıma son veriyorum.. Mahkeme salonunda, seksenlerindeki yaşlı ciftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla suskun, Nine'nin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözleri ve keskin çizgileriyle bitkin bakışları süzüyordu etrafını... Ve Hâkimin tokmak sesiyle sustu uğultu ve tok sesiyle, sözü yaşlı kadına verdi, hâkim...
"Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun...?" Yaşlı kadın derin bir nefes çektikten sonra bas örtüsüyle ağzını aralayıp,
kısılmış sesiyle konuşmaya başladı..."Bu herif yetti gayri, 50 yıldır bezdirdi hayattan..."
Sonra uzunca bir sessizlik hâkim oldu mahkeme salonunda... Sessizlik bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu, kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı, yasanmış 50 yılın ardından...Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı, kadın neler diyecekti..Herkes onu
dinliyordu.. Yaşlı kadının gözleri doldu...Ve devam etti..."Bizim bir sedef çiçeği vardı, çok sevdiğim...O bilmez...50 yıl önceydi.. O çiçeği bana verdiği çiçeklerin arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm..Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim...Bir süre sonra çiçek
kurumaya başladı. O zaman adak adadım... Her gece güneş açmadan önce bir
tas suyla sulasam onu diye... İyi gelirmiş dedilerdi...50 yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayım demedi... Taki gecen geceye kadar...o gece takatim kesilmiş..uyuyakalmışım...Ben böyle bir adamla 50 yıl geçirdim... Hayatimi, umudumu her şeyimi verdim...Ondan hiçbir şey göremedim..Bir kerecik olsun, benim bildiğim görevlerden birisini yapmasını bekledim.... Onsuz daha iyiyim, yemin ederim."Hâkim, yaşlı adama dönerek ;"Diyeceğin bir şey var mı baba" dedi. Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın
utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle hâkime yöneldi."Askerliğimi, reisicumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım, o bahçenin görkemli görünümüyle büyümesi için emeklerimi verdim. Elifimi de orada tanıdım... Sedefleri de... Ona en güzel çiçeklerden buketler verdim. O çiçeklerle doludur bahçesi... Kokusuna taptığım perişan eder yüreğimi... İlk Evlendiğimiz günlerin birinde boyun ağrısından onu hekime götürdüm.
Hekim çok uzun süre uyanmadan yatarsa boynundaki kireç sertleşir,
kötüleşir dedi.Her gece uykusunu bölüp, uyansın, gezinsin dedi. Hekimi
pek dinlemedi, bizim hatun. Lafim geçmedi. O günlerde tesadüf bu çiçek
kurudu. Ben ona gece sularsan geçer dedim. Adak dilettim. Her gece onu uyandırdım. Ve onu seyrettim. O sevdiğim kadının yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece o çiçek ben oldum. Sanki... Ona bu yüzden tapabilirdim..." dedi adam o yastaki bir adamdan beklenmeyecek
ifadelerle..."Her gece o yattıktan sonra uyandım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef gece sulanmayı sevmez, hâkim bey. Gecen gece de… Yaslılık. Ben de uyanamadım.. Uyandıramadım... Cicek susuz kalırdı amma, kadınımın boynu yine azabilirdi... Suçlandım..Sesimi çıkartamadım”.O an Mahkeme salonunda her şey sustu...

 Ertesi sabah gazeteler "Sedef susuz kaldı" diye yine yalnızca neticeyi
haber yaptılar.

Sevgiyi taşıyanlardan olabilmek ümidi ile…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Genç Kalem Arşivi
SON YAZILAR