KONFOR VAR HUZUR YOK
Son zamanlarda konfor kelimesini çok kullanmaya başladık. Bu kelimenin kökeni Fransızcadır. Anlamı ise günlük hayatımızı kolaylaştırmak, eskiye göre lüks sayılabilecek imkânlara sahip olmak ve bu imkânları özgürce kullanabilme ehliyetine sahip olmak demektir.
Devletin ekonomi politikalarını, işsizliği, gençliğin durumunu, emeklinin maaşını, tarım ve hayvancılığın tükenişini, bir bir iflâs eden şirketlerin pozisyonunu konuşabiliriz elbette. Bunun yanısıra son çeyrek asırda borçla da olsa toplum olarak bir konforlu hayata doğru evrildiğimiz bir gerçektir.
Bir çoğumuz eski model arabalarımızı sattık, lüks arabalar aldık, eski evlerimizi bir alt ekonomik şartlar taşıyan insanlara satarak yüksek konfora sahip lüks evler aldık ki; bu evlerimizin bir yürüyen merdiveni eksik. Efendim! deniz manzaralı 150 metrekare üzeri 4+1 büyüklüğünde, altan ısıtmalı, çift tuvalet,çift balkon, çift banyo, ebeveyn odalı, yüzme havuzlu, 7/24 kameralı, güvenlikçi ile 7/24 korumalı, hem içten hem dıştan mantolamalı, otoparklı, doğal hayat ile içe olan dairelerde yaşıyoruz bir kısmımız. Bu tip evlere ev bile denmez. Köşk denir. Atatürk adına yapılan köşkler bu kadar lüks değildir. Memur ve emeklilerimizin çoğunluğu son çeyrek yüz yılda öyle veya böyle lüks evlere ve lüks arabalara sahip oldular. Benim çevremdeki orta düzeyli gelire sahip olan memur ve emeklilerin çoğunluğu böyledir. Bu lüksiyetin borcu da varsa önceden düşük oranda çekilen kredi borcudur ki taksitleri cerez parasına dönüşmüştür.
Memur kardeşimizin bir kısmı lüks semtte bahsettiğim lüks binada oturuyor. Sabahleyin evinde en az sofrada on çeşit katıkla beraber kahvaltısını yapıyor. Öz bakımını yaptıktan sonra evinden çıkıyor. Düğmeye basıyor, asansör ayağına geliyor, iniyor ve lüks arabasına biniyor. Uzaktan kumanda ile otoparkın kapısını açıyor. Lüks yollardan geçerek iş yerine varıyor. İş yerindeki parasız otoparka arabasını çekiyor. Öğretmen ise sınıfı, memur ya da amir ise odası tertemiz ve sımsıcak bir şekilde kendisini bekliyor. Bir duşa basarak çayı kahvesi de yanına gelebiliyor. Konforlu makam odası ya da memur odaları mevcut zaten her yerde.
Bu konfor yapının hiç birisi bundan 20- 30 sene önce yoktu. Camilerimiz hakeza pırıl pırıl. Köy ve kasabalarına varıncaya kadar abteshanelerinde sıcak su akmaktadır. Merkezlerdeki camilerimizin imam odaları bile muhteşem. İl ve ilçe müftülerimizin makam odalarındaki konfor, bakanların makam odalarını geçmiş vaziyette. İtiraf etmeliyim. Bir müftüyü ziyarete gitmiştim. Makam odasını görünce gözlerim kamaştı, inanamadım. Tabi ki imkânlar el verdikçe konforlu hayata doğru yol alınabilir. İnsanın hayatını kolaylaştıran ne varsa imkânlar ölçüsünde alınmalı, kullanılmalıdır. Burada milletimizin nerde ise yüzde yetmişi açlık sınırının altında yaşam mücadelesi verirken bu konforlu hayatın konusu tartışılabilir.
Ben burada konforu ve konforlu hayatın çok az bir kısmına işaret edebildim. Bizi yöneten siyasilerimizin konforlu hayatlarını anlatmaya kalemimiz kifayet etmez. Darlıktan bolluğa eriştik. Öyle anlaşılıyor. Günümüzde fakir dediğimiz insanlar, geçmişin zengininden daha zengidir. Dünün çocuğu sayılırım. Ailem çevremin zenginlerindendi. Ayaklarıma ilkokulda ayakkabı giydiremedim, zengin diyorlardı işte öyle zengin. Gurbet ellerden getirilen eski püskü elbiseleri giyerek çocukluğumuzu ve gençliğimizi geçirdik. Çarşıya gittiğimizde en lüks yemeğimiz helva ve ekmekti. 5-6 kardeş bir odada ve yerde yatarak büyüdük. Bunları benim yaş grubu hep yaşadı. Çok yazmama gerek yok.
O zamanlar şimdiki ortamın ve lüks hayatın tam tersiydi. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde o dönemlerde yaşayanlara sorduğumda hep o gariplikleri ve yoksullukları anlatırlar. Dikkatinizi çekerim. Çoğu; "yoksulduk ama mutluyduk!" diyorlar. Aynı kimselere " konforlu hayata eriştiniz mi?" diye dorduğumuzda " çok şükür eriştik ama " mutsuzuz!" geçmişe özlem duyuyoruz" diyorlar. Yani konforlu hayat bize mutluluk değil mutsuzluk getirdi. Yani huzur getirmedi.
Yukarda konforlu hayattan bahsettim. Normalde amir ve memurlar mutlu olmaları gerekmez mi? Resmi daireye işiniz düşse çoğu memurun yüzü asık. Vücut uyuşuk, görev yapma heyecanı yok. Müşteriye ilgi yok. Bir şey sorsan seni dövecek gibi davranıyorlar. Aynı daire arkadaşları birbiriyle selâmlaşmaz ve konuşmaz. Böyle çok örnek var. İşi savsaklama var. Görevin kıymetini bilmeme var. Bencil davranma ve tepeden bakma var. Kişi memur edilmiş olduğu yeri kendi tapulu yeri imiş gibi kullanır hale gelmiş. Empati kurma yok. Kısaca hizmet aşkı yok. Bu hususiyetler mutsuzluğun ve huzursuzluğun tezahürü değil midir?
Şöyle diyebilir miyiz acaba? Fakirlik insanları birbirine yakınlaştırdı, beraberinde yardımlaşmayı ve dayanışmayı sağladı. Zenginlik ve konfor insanları bencilleştirerek birbirinden uzaklaştırdı. Fakirlik ve yoksulluk insanlara ni'metlere karşı şükretmeyi öğretirken, zenginlik ise şükürsüzlüğü ve minnetsizliği öğretti. Darlıklar ve zorluklar bizi biz yaparken bolluklar ve kolaylıklar bizi bizden etti. Darlıklar ve zorluklar bizi çalışma azmi kazandırıp çıkış yolları sunarken, bollluklar ve kolaylıklar hazırcılığa ve tembelliğe bizi itti.
Darlık ve zorluk bizi yaratılış gayemize uygun yaşamayı, gelenek ve göreneklerimizi devam ettirmeyi sağladı. Konforlu hayat bizi Avrupa'ya özendirdi. Bizi birbirimize bağlayan değerlerimizi aramızdan söküp attı. Biz ondan mutsuzuz. Zenginliğin kıymetini bilemedik, şımardık, kendimizi bir şey zannettik, kibirlendik, sonuç olarak mutlu ve huzurlu bir hayatı yakalayamadık. Dünyamız hüsran ahiretimiz de şüpheli!
Satırlarımdan yanlış anlamlar çıkarmayalım. Ben burada kimseye fakirliği özendirmeye çalışmıyorum. Zenginlik de fakirlik de ölçülü olmalı, zenginlik bizi şımartmamalı, geçmişimizden bizi koparmamalı, esas olan dünya malı değil, insan olmalı. Burada başka seçenekler de yazabiliriz. Anlaşılacağı üzere konforlu hayat bir çoğumuza mutsuzluğu ve huzursuzluğu getirdi.
Sözlerimi bir ayet ve bir hadis meali ile bitirmek istiyorum. Bakara Suresi; 155﴿ Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganimet bil: İhtiyarlığından önce gençliğini, Hastalanmadan önce sıhhatini,
Fakirliğinden önce zenginliğini, Meşgul zamanlarından önce boş vakitlerini ve Ölümünden önce hayatını!” (Buhârî,)
Selâm ve dua ile....
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.