BİLİM, SANAT, AHLAK

“Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlakın bozulmasına mı düzelmesine mi yardım etmiştir?”

Bu soru Dijon Akademisi’nin 1749’da yayımladığı bir yarışma sorusudur. Rousseau, bu soruya “hayır” yanıtını vererek yarışmaya katıldığı, “Bilimler ve Sanatlar Üzerine Söylev” adlı eseri ile ve birinciliği elde etmiştir. Aydınlanma karşıtı bir aydınlanmacı düşünür olması nedeniyle zaman zaman düşüncelerine önem verilmemiş olsa dahi bu yarışmaya katılmasıyla kendisine karşı tutumlar ters düz olmuş ve hayatının dönüm noktasını yaşamıştır. Rousseau, aydınlanma düşüncesini bir yandan olumlarken eleştilerini de geride bırakmamıştır. 

Peki bilim ve sanatların gelişmesi toplumları geliştiren bir görev üstlenirken toplumları yozlaştıran bir rol üstlenebilir mi? Rousseau bize 20. yy'da bu konuyu sorgulatmaya başlamış fakat bugün bilimin ve sanatın gelişimini modernlik ile o kadar ayrılmaz bir ikili olarak düşünürüz ki asla aksini iddia etmeyiz ve sorgulamayız. Çünkü bilimlerin ve sanatların gelişimi bir toplumda ne kadar başarılı ne kadar önemli yol kat etmişse o toplumu modern bir toplum olarak kodlarız akıllarımızda. 

Rousseau’nun burada ele aldığı ahlak kavramı, gelenek ve din ile iç içe geçmiş, din ile eş değer olarak kabul edip yanılgıya düşerek kullandığımız bir ahlak değildir. Felsefik boyuttaki bir ahlak kavramı olup çıkış noktasını erdemden ve insanın erdemli davranışlarından alan bir kavramdır. Bu soruya hayır yanıtı verişi büyük ilgi ve merak uyandırmıştır. Çünkü Rousseau bu söylevinde devletten bireye, eğitimden sosyal yaşantıya kadar aydınlanmasının nüfus ettiği birçok alanı eleştirmektedir. 

Rousseau’nun derdi hayatımızı kolaylaştıran bilimle, bizi farklı kılan sanatla değildir. Derdi; bilimin ve sanatın kötüye kullanışlı, insanın erdemini yok edişi, bilgi ve sanat aracılığı ile insanın kendisini öne çıkartma, alkış peşinde koşma, hırs, rekabet, üstünlük kazanma ve daha fazlasına sahip olma hırsıyladır. 
Edebiyat ve sanat insanları bağlayan zincirleri çiçeklerle süsler ve onlara kölelik hayatını sevdirir. İnsanlara hiçbir erdeme sahip olmadığı halde erdem sahibi birisi gibi görünme ustalığını tattırır. 

Hayatımızın her noktasında adalete, kurallara uymak zorundayızdır ama asla ruhlarımıza uyduğumuz bir anımız yoktur. Gerçeği gerçekten ve yürekten arayan insanların yok olduğu, bilim ve sanatların insanların kendini beğenmişlik ve kendisini farklı gösterme duygusunu kabarttığını savunmaktadır. Toplumdaki ahlakı ise yurttsşın devlete olan bağlılığı, ülkesini savunurken gösterdiği cesaret ve ülkenin kendi yurttaşları için yarar ve fayda gerektiren işlere yatkınlığı olarak görmektedir. 

Fakat Rousseau, bilim ve sanatın ilerlemesi ile bu ahlaki duyguların yok olduğu bize anlatır. İnsanlık tarihi adeta geriye doğru bir dönüş yaşayarak daha kötü bir duruma doğru sürüklenmektedir. Uygarlık, modern yaşam, toplum insanı tek tipleştirmekte ve sahte değerlere itmekte, sadeliğimizi, yalınlığımızı ve amaçlarımızı değiştirmekte, bizlere hırs, rekabet ve eşit olamayan ayrımlar yaptırmakta. 

Devlet adamlarına gelindiğinde ise eski devlet adamlarının erdemden ahlaktan bahsederken şimdilerinin ticaretten ve paradan bahsettiğini görmekteyiz. İnsanlara ise hayvan sürüleri gibi para biçiliyor. Bugünün hükümetlerine göre insanın devleti tarafından değeri, ne kadar para harcadığı oluyor. Bir insanın erdemli olmasına değil bir sanata kabiliyetli olup olmamasına bakılıyor, bir kitabın yararlı olmasına değil iyi yazılmış olmasın bakılıyor. Öte yandan bilim ve sanatların ilerlemesi mutluluğumuza da önemli ölçüde bir şey katmamıştır. Bugün geçmiş yüzyıllara göre gelişmiş teknolojimiz bizi mutlu etmeyi başarabildi mi? Aydınlanma bize vadettiği neyi gerçekleştirdi? 

Özgürlüğümüz, irademiz kimlerin elinde? İçine sıkıştırıldığımız; devletin, geleneklerin, normların, yasaların, ailelerin, teknolojinin elinde. Yücelttiğimiz bilimimiz sayesinde, yaşamımızın her noktasında sürekli olarak denetleniyor, nasıl davranmamız, nasıl hissetmemiz gerektiğine karar veriliyor. Bugün insanların vücutlarına yerleştirilen çiplerle kimler daha mutlu olacak? Yurttaşlar mı? Sadece hükümetlerin ve teknoloji şirketlerinin yüzleri gülümseyecek. Düzenin, modernliğin,  insanların birlik, huzur ve mutluluk içinde yaşamasını sağlamak için kurulan devletlerin, hükümetlerin derdi sadece kendisi olmakta. Peki ya yurttaş ne zaman kendi derdine düşecek? Ne zaman Rousseau gibi birlikte “hayır” diyebileceğiz? 

“Fizikçilerimiz, matematikçilerimiz, kimyacılarımız, astronomlarımız, şairlerimiz, müzikçilerimiz, ressamlarımız var ama değerli yurttaşlarımız yok…” Jean Jacques Rousseau

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Firuze Geçer Arşivi
SON YAZILAR