MUHAFAZAKÂR MÜSLÜMAN…!

Muhafazakâr Müslüman; kulağa hem bağlılık hem sadakat hem de bir duruşun adı gibi gelmektedir. Ancak günümüzde bu kavram, asıl anlamının uzağında; şekilciliğin, içe kapanmanın ve hatta zaman zaman öfke, kibir, taassup gibi hastalıkların perdesine dönüşmektedir. Muhafazakârlık; muhafaza etmesi gereken değerleri bile yozlaştırarak, hamâsete dönüşen bir kimlik sunmaktadır.

Müslüman kimliğine sahip olanlar, bu aidiyeti kimlik kabul edenler; ya İslâmı anlamadılar ya da doğru yorumlayamadılar. Dünyanın yükselen değerlerini fark edemediler, çağın akışına ayak uyduramadılar. Gelişmiş toplumların deneme yanılma yöntemiyle bulduğu ve kendilerine değer olarak atfettikleri bir çok konunun temelde İslamî değer olduğunu fark edemediler. İslâmın bireysel ve toplumsal değer yargısı olarak sunduğu yaşam şeklini; ya öğrenemediler ya da gelişmiş toplumların değer yargısı olarak gördüler. Okumak, temizlik, saygı, hoşgörü gibi insanı geliştiren ve toplumu birleştiren değerlerden uzak kaldılar. Hamasi bir uslüp ve tavır belirleyerek, bunu Muhafazakâr Müslüman kimliği olarak tanımladılar. Kendilerini diğerlerine göre daha iyi Müslüman olarak ilân ettiler. İçinde yaşam olmayan şekilci tavrı; sünnete uygun Müslüman olarak tanımladılar. Halbuki İslâm yaşam biçimi olarak kendini tarif etmiş, Peygamber sav Müslüman modelini sunmuştur. Müslümanın sağcısı, solcusu, ılımlısı, radikâli, sosyalisti, komünisti olmadığını bilemediler ve parçalara bölündüler. Topyekun Allah’ın ipine sarılın ilâhi emrine rağmen, bölük bölük olup başkalarının peşine takıldılar. Gelenekçi yapıya sahip olanlar da, kendilerini yetiştirmeden bir merkez oluşturup adına Muhafazakârlık dediler.

İslam, evrensel ve çağlar üstü bir mesajdır. Ne sadece bir geçmişin katı geleneğidir ne de geleceğin ümitsizliğidir. Kendini muhafazakâr olarak ifade eden grupta; Kur’an ve Sünnet’i anlamaktan çok ezberlemek, yaşatmaktan çok süslemek, hikmeti yakalamaktan çok şekli muhafaza etmek gibi sorunlar oluşmuştur.. Bu yaklaşım, zamanla İslam’ı anlam değil alışkanlık düzeyinde yaşamaya itmiştir. Çağın değişimini, sosyal ihtiyaçları, bireyin dönüşümünü okuyamayan bir muhafazakârlık, gelenekle modern hayat arasında sıkışıp kalmakta; ya geçmişi güne taşıyamamakta, ya da bugünden kopmakta, günün değerlerine teslim olup özünden uzaklaşmaktadır. Böylece ne sahih bir İslam anlayışı ne de etkili bir toplumsal duruş inşa edememektedirler.

Bazı Muhafazakâr Müslümanlarda; öfke, dışlayıcılık, tepkiyle hareket etme ve kin beslemek gibi baskın duygular görülmektedir. Oysa Resûlullah (s.a.v.)’in ahlâkı; affetmek, merhamet etmek, sabretmek ve kalpleri kazanmaktır. Peygamber'in örnekliğini bırakıp sloganlara, aidiyet kavgalarına, ideolojik çatışmalara sarılan bu tavır, aslında iç dünyada yaşanan kimlik boşluğunun dışa yansımasıdır.
Bir insan öfkeliyse, o zihninde bir çözüm üretememiştir. Kavga ediyorsa, aslında gönül yenilmişliğini örtmeye çalışıyordur. Kindarsa, affetmenin yüksekliğine ulaşamamıştır. Bugünün muhafazakâr Müslüman’ı bu zaaflarla mücadele etmeden ne İslam’ın merhamet iklimini inşa edebilir ne de topluma güven veren bir öncülük üstlenebilir.

Üretmeyi değil, geleneğe teslimiyeti seçen bir muhafazakârlık; taklit, taassup ve akıl dışılık bataklığında kaybolur. Entelektüel muhafazakâr bir Müslüman; Kur’an’ı anlamaya çalışır, sünneti hayata taşır, hikmeti arar, çağını okur, üretir, sorar, sorgular. Ancak maalesef günümüzün pek çok muhafazakârı, eleştiriye tahammülsüz, farklı fikirlere kapalı, kültürel olarak sığ ve donuk bir portre çizmektedir. İslam tarihinde mütefekkir imamlar, fakihler, filozoflar, şairler yetiştiren o ilim geleneği; bugün sadece konuşan ama düşünmeyen, bilen ama anlamayan bir nesle dönüşmüştür. Bu çürümenin en büyük sebebi; düşünme tembelliği, sorgulama korkusu ve kültürel yetersizliktir.

Belki de en trajik durum şudur; eğitimsizliğini imanla, kültürsüzlüğünü sadakatle, vizyonsuzluğunu teslimiyetle karıştıran bir anlayış… Oysa Allah, Kur’an’da sürekli olarak akletmeyi, düşünmeyi, okumayı, ilmi teşvik eder. Bir toplumun kültürle, bilgiyle, sanatla, estetikle bağını koparması; onu biçim olarak dindar, içerik olarak ise boş bir kabuğa dönüştürür. Bugünün muhafazakâr Müslüman’ı kitap okumaz, fikir üretmez, medeniyet dili kurmazsa sadece kalıplaşmış ifadeleri tekrar eder ve zamanla kendi sesini bile kaybeder. En büyük cehalet; cehaletini bilmemektir. Oysa Hz. Ali (r.a.) buyurur ki;“Kendini tanıyan, Rabbini tanır.” Kendini tanımak, eksiklerini görmekle başlar.

Muhafazakârlık, özde bir değer muhafazasıysa; o zaman ilk korunması gereken imanın ruhu, ahlâkın özü, bilginin derinliği, kültürün zenginliğidir. Günümüz muhafazakâr Müslümanı; öfkesini değil aklını konuşmalı, kavgayı değil hikmeti yaşatmalı, şekli değil ruhuönemsemelidir. Yoksa kalabalıklaşan ama etki üretemeyen, savunan ama anlamayan, konuşan ama düşünemeyen bir kitle olmaktan kurtulmak mümkün olmaz. Ve o zaman ne muhafaza edilen bir değer kalır ne de savunulan bir dava… Zaman, sorgulayan, düşünen, üreten ve yaşayan Müslüman olma zamanıdır… Muhafazakâr Müslüman değil entelektüel Müslüman olmak gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Sami Kesmen Arşivi
SON YAZILAR