İMKÂN VE MUTLULUK...
İmkânların mutluluk olduğuna güvenmek doğru bir düşünce değildir. Mutluluk; modern dünyanın en çok aranan ama en az tanımlanabilen hazinelerindendir. Bugün birçok insan; zenginliği, statüyü, gücü, makamı, malı ya da konforu mutlulukla özdeşleştirmektedir. Ancak imkânların artması, mutluluğun artması anlamına gelmez. Hatta birçok tarihi ve bireysel örnek, bunun tam tersini göstermektedir. Gerçek mutluluk; neye sahip olduğumuzda değil, sahip olduklarımızla ne yaptığımızda ve neye inandığımızda gizlidir.
İmkân; bir şeye ulaşabilme gücü ya da fırsat demektir. İmkânlar; mal, mülk, para, makam, zaman ya da sağlık gibi unsurları kapsar. Ancak bu imkânların mutluluk getireceğine dair güven, çoğu zaman geçici bir tatminin ötesine geçemez. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de Kârûn örneği bu durumu açıkça gösterir; “Kârûn, kavmine karşı böbürlendi. Onlara, ‘Bu servet bana ilmim sayesinde verildi’ dedi. Allah ise ondan önce, ondan daha güçlü ve daha çok topluluğu helâk etmişti...” (Kasas, 28/78) Kârûn’un hazineleri o kadar çoktu ki anahtarlarını taşımak bile zor bir işti. Ama sonu? Yerin dibine batırıldı. Malı, serveti, hiçbir şeyi onu kurtaramadı. Çünkü mutluluğun gerçek kaynağını bulamamıştı.
İmkânlara sahip olmak bir nimet olabilir ama bu nimet, insanın iç dünyasıyla uyumlu olmadıkça huzura dönüşemez. Yüce Allah; “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 13/28) buyurmuştur. Mutluluğun kaynağı dışarıda değil, içeridedir. Kalpteki iman, iç dünyadaki sükûnet, yapılan şükür ve sabır; kişiye imkân olmasa da huzur verir. Ashab-ı Suffe, hiçbir maddi imkâna sahip olmadan, yalnızca Allah’a olan tevekkül ve Resûlullah’ın (s.a.s.) meclisinde bulunmanın verdiği mutlulukla yaşayan örnek bir topluluktur.
Hz. Ömer (r.a.) halifelik makamında olmasına rağmen, sade yaşamı ve mütevazılığı ile tanınmıştır. Rivayet edilir ki; İran Kisrası’nın saraylarının ihtişamı anlatıldığında, Hz. Ömer’in gözleri dolmuş, "Dünyada bu kadar şatafatlı yaşayanların ahirette payı olmayacaksa, yazık onlara!" buyurmuştur. Bir başka kıssa da İmam-ı Azam Ebû Hanîfe ile ilgilidir. Ticaretle uğraşmasına ve büyük serveti olmasına rağmen, bir gün talebeleriyle ders yaparken işyerinde mallarının yandığı haberi gelir. O ise dersine devam eder. Sebebini sorduklarında şöyle buyurur; “Giden mal, kalbe ulaşmadı. Malın sahibi Allah’tır. Benim kalbim O’na bağlıdır, mala değil.”
Günümüzde topluma dayatılan bir anlayış var; “İyi bir evin varsa mutlusun, son model araban varsa huzurlusun, pahalı tatile gidiyorsan başarılısın.” Bu; nefsin oyunu, şeytanın vesvesesidir. Çünkü modern dünya kanaati değil tüketimi teşvik etmektedir. Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.s.); “Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil; gönül tokluğudur.” (Buhârî, Rikâk, 15) buyurmuştur.
Bazı insanlar vardır ki onlar; hayatın zorlukları içinde bile yüzlerinde huzurun tebessümünü taşırlar. Gazze'de savaş ve yoksullukla mücadele eden bir çocuğun Kur'an okuyarak iç huzuruna kavuşması, maddi imkânsızlığın mutluluğa engel olmadığını göstermektedir. İmkânlar gider ama iman varsa huzur devam eder.
İmkânlar geçicidir. Mal, makam, servet; hepsi dünyada kalır. Ama gönüldeki huzur, kalpteki iman, Allah’a olan güven ve teslimiyet kalıcıdır. Mutluluğun anahtarı, sahip olduklarımızda değil; sahip olduklarımızı nasıl kullandığımızdadır. İmkânlar bir nimetse, o nimetin şükrü gerçek mutluluğu getirir. Ama imkâna güvenmek, onu amaç edinmek, insanı hem dünyada hem ahirette hüsrana uğratabilir. Yüce Allah; “Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru.” (Bakara, 2/201) buyurmaktadır.
İmkân olmadan da mutluluk olur ama mutluluk olmadan imkân sahibi olmanın hiç bir anlamı ve kıymeti yoktur. Soğan ekmekle yaşayıp mutlu olanlar çoktur ama börek çörekle yaşadığı halde mutsuz olanlar daha da çoktur. İnsanı mutlu eden unsur; imkân değil imandır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.