Mustafa Cemal Tomar

Mustafa Cemal Tomar

"SİYASET YAPMA" DEMEK NE DEMEK?

10 Nisan 1928 tarihinde devletin bütün dinlere eşit mesafede olmasını sağlamak gerekçesiyle, 1924 Anayasasında yer alan “devletin dini İslâmdır” ibaresi kaldırılmış ve laik hukuk devleti yolunda ilk adım atılmıştır.

Lâiklik, Devlet ve din işlerinin tam ayrımı, 5 Şubat 1937 tarihinde Türk Anayasasına dahil edilerek laiklik devrimi adı altında anayasal gelişimini kazandı.

Anayasanın 1.ve 2. Maddeleri şöyledir:
MADDE 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir. MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

Lâiklik ile ilgili yazılan binlerce kitap var. Orada yazılıp çizilen cümleleri burada tekrar etmeyeceğim. Baştaki bilgileri bir hatırlatma olarak buraya aldım..Daha önce "Lâiklik" bir din midir?" sorusu üzerinde bir "deneme" yazısı yazmıştım. Kitaplarımda o deneme yazısı yer almaktadır.

Din, dünya ve ahiret sistemini düzenleyen ilkelerin ve inançların bütünüdür. Dünya işlerini kurgularken dayandığın prensipler, ruh, felsefe, argüman, akıl... ne ise o senin dinin olur. Sonuçta lâikçilerin de inandığı bir Tanrıları vardır.

Sözü fazla uzatmadan meselemize dönelim. Sosyal medyada whatsap üzerinden gruplar oluşturuluyor. Bazı grupların içinde yer almaktayım. Onlarca arkadaşla oralarda selâmlaşıyoruz. Konuşmalarımız ve yazışmalarımız sınırlıdır. Kendini rahat ifade edemiyorsun. Memleketin herhangi bir yerinde olumsuz bir olay olsa paylaşamıyorsunuz. Olumlu ya da olumsuz görüş bildiremiyorsunuz. Hemen şucu-bucu ilân edilerek saf dışı kalmanız istenmektedir.

Her ortamda durum aynen de böyledir. Yöneticileri makul çerçeve içinde eleştiremezsiniz. Konuşursanız toplum bu konuda tepkili, sanki konuşmamaya yeminli, ağzı bantlı, beyni uyuşuklu konuşmaları kamufleli, etraftan bir zarar gelir mi acaba diyerek endişeli, halinden memnun olmadığı belli, dar bir kalıbın içine sıkıştırıldığı ayan beyan ortadadır.

Bir toplulukta sıra dışına çıkıp bir beyanda bulunsan " siyaset yapma" derler. Söylediklerin hakikat da olsa. Bu durumun bir okuması da " bildiğin doğruları söyleme" demek değil midir? Bildiğim doğruları söylemezsem ve yapamazsam o hayattan ne anlarım ben. Benim hayatta kalmamın yegane amacı ne pahasına olursa olsun hâk ve hakikatin yanında yer almak değil midir? Bu zamanda siiyaset yapıyorsun, siyaset yapma söylemi tam karşılığı değilse de bugünkü konjoktürde "doğruları söyleme" manasına gelmektedir. Bir toplulukta oturuyorduk. Millet hükümetimizin kahramanlıklarını anlatıyordu. Bir hayli ordakileri dinlemiştim. Sayın hükümetimizin eksiklerinden bahseden yoktu. Ben de o arada hükümetin faiz ile ilgili politikalarını rakamlar telaffuz ederek dillendirmeye kalktım. Hocaefendilerden birisi, "sana yakıştıramıyorum, sen Kılıçdaroğlu gibi konuşuyorsun" demesi üzerine oradaki hazirunun tamamı da o zata destek verdi. Ben de o esnada

Ali İmran Suresi 61. Ayet-i Kerime'si aklıma geldi. Cenab-ı Hâk meâlen; "Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah’ın lânetini (aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.” buyurmaktadır. Bu Ayet-i hatırlatınca cüret edip dua edemediler. Rakamlar konuşunca doğru konuşur. Matematik bilimin yani bilginin dilidir. Birilerine şirin görünmek için ya da dünya menfaati uğruna Allah Teâlâ' nın ayetler az bir paraya görmemezlikten gelemezsiniz. Toplum öyle bir hale geldi ki sözde muhafazakar müslümanlar ve yöneticiler lâikçilerden daha laikçi oldular.

Sezai Karakoç bu gerçeği ne de güzel ifade etti.

Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak.
Halbuki, biz sussak, tarih susmayacak.
Tarih sussa, hakikat susmayacak.
Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak.
Halbuki bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar,
Vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar.
Tarihin azabından kurtulsalar, Allah'ın gazabından kurtulamayacaklar.

Hayatı boyunca 'efendisinin kalemi değil, kaleminin efendisi' olmayı başardığı için hürmetle, muhabbetle selâmlıyorum 'Diriliş' şairi Sezai Karakoç'u.

Ana vazifemiz gönlümüzün sesi, kalbimizin ve vicdanımızın nefesine kulak vererek hiç kimsenin tahakkümüne boyun eğmeden, sözü eğmeden ve bükmeden " Emrolunduğun gibi dostdoğru ol" ilâhi emre uyarak, gücümüz nispetinde, başta davranışlarımızla arkasından söz ve yazılarımızla toplumu ve insanlığı uyarmaktır. Her kâmil müslüman olgular ve olaylar üzerinde tefekkür etmeli, doğru bilgilerin kaynağını bulmalı, gaflet uykusuna dalan insanları uyandırmalıdır. Yeryüzündeki bütün müslümanların birinci gündemi her tarafımızı saran, bizleri her geçen gün daha çok köleleştiren küresel zalim düzene "dur" demektir. Orucumuz, namazımız, tespihatımız, nafile ibadetlerimiz özel ibadetlerimizdir.

O ibadetlerimizdir ilham alarak derhal sahaya çıkmalıyız. Saha çalışmaları yapmadığımızda, ilmi cihada yönelmediğimizde netice almamız mümkün değildir. Dünyada küffarlara karşı başarılı olmadığımız sürece ahirette de başarılı olamayız. Bizden birileri doğruları söyleme yerine " siyaset yapma" diyerek önümüze prangalar koymaya çalışacaktır. Daha neler nelerle karşılaşacağız. Bizim birinci vazifemiz her yerde "Hak'ı Üstün" tutmaktır. Emin olun ahirette de cenneti kazanmanın yolu da buradan geçer.

Selâm ve dua ile...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Cemal Tomar Arşivi
SON YAZILAR