Korkma!..

“Yüce Koalisyon"un Sayın Batılı Mahkeme Heyeti, sizler daha On Dokuzuncu Yüzyılda her şeyi fenne vuruyor, fen ile açıklıyordunuz. Kâinatı ve onun tamamlayıcı parçalarını ölçüp biçiyordunuz. Kâinatı ve onun tamamlayıcı parçalarını ölçümleriniz doğrultusunda anlamlandırıyor, kâinata ve onun tamamlayıcı parçalarına dair fikirlerinizi ölçümleriniz doğrultusunda şekillendiriyordunuz. Ne ki, Einstein haklıydı.
Ölçümlerinizin hassaslaştığı ölçüde hayatın bütünü belirsizleşti. Bulgularınızı bize de dayattınız. Dünyanın bu tarafında, biz de, bir şeyi iyi ya da kötü olarak nitelemek her geçen gün biraz daha zorlaşır oldu.  Heyhat! Sizler grudger kuşlarının varlığını keşfetmeseydiniz, bizler Doğu da “kin” denilen duygunun mutlaka kurutulması gereken kötü bir alışkanlık olduğunu inanmaya devam edecektik! Engel oldunuz. Ölçümler hassalaşır, kesin çizgiler kaybolurken, iyi ve kötü üst üste bindi. Fen, din ve felsefenin içini daha önce boşaltmıştınız, sıra töre ve ahlaka gelmişti. Töre ve ahlak, can çekişiyordu, çünkü her şey gibi doğru/ yanlış da bilimin kurgusal ya da verili doğrularına indirgenmişti. Bu doğruların, kesin bile olmadıkları şöyle dursun, olması gerekenin olandan türetilmediği gibi sorun her zaman vardı. İnsanlar ahlaki değerleri Allah"a değilse felsefeye dayandırmaya çalışmışlar, bunların işe yaramadığı zamanlarda da toplum ya da devlet mantığından yani kaba kuvvetten medet ummuşlardı...”
Yukarıdaki sesleniş, Alev Alatlı Schrödinger Kedisi- Kâbus"ta İmre Kadızade"nin savunması..  Kuantum mekaniğinin sosyal hayata yansımalarını çok başarılı bir şekilde ortaya koyan ve mükemmel bir kurgu ile romanlaştıran Alev Alatlı"nın, Schrödinger Kedisi benim için önemli eserlerin / kitapların arasındadır.  Ben bu kitabı ve devamındaki “Rüya”yı askerde uzun nöbet sıralarımda okudum. İmre Kadızade, gelecekten günümüze bir bakışla, bir dönem Türkiye"si insanlarına “afazi” teşhisini koyuyor. “Çevreden gelen sesli yazılı uyarıların, kişide hiçbir izlenim uyandırmadığı bir boşluk, yani silinmişlik” şeklinde tarif edilen afazi, yaşadığımız dönem içerisindeki Türklerin birbirini anlayamamasındaki en önemli sebep olarak öne çıkarılıyor. Bu insanları gelişimini tamamlayamamış, sadece duyduklarını tekrarlayıp, anlamla kavram bağlantısını kuramamış, “ekolali” düzeyindeki bebeğin konuşmasına benzer bir lisanla anlaşmanın olmadığı bir ortamda yaşayan varlıklar olarak tarif ediliyor. Kendi değerleriyle, sahip olduğu kavramlarla değil de Batıdan aldığı kavramlar ve değerlerle hayatı anlamaya-yorumlamaya-yaşamaya çalışan bu dönem insanlarının yaşadığı bunalımlar… Bu kavramlar içinde Batı ve Yunan Felsefesinin şekillendirdiği her şeye bir isim konup, bunlar arasındaki bağlantıya kanun namını veren bakışla, Doğunun eşyayı anlamada ve olaylara bakıştaki zenginliğinin ve genişliğinin yitirilmesi ile belki de gerçekle bağlantımızı da kopardığımız sonucunu tartışmaya açıyor. Alatlı, Nasrettin Hocanın davacıya da davalıya da “haklısın” dedikten sonra, ardından her ikisinin de haklı olmasının mümkün olmadığını iddia eden kişiye de “sen de haklısın” diyen, alternatif-çoklu mantık buluşunu,  aslında kaybettiğimiz ve fakat elimizdeyken ise hiç de değerini anlayamadığımız bir hayati gerçekliğimizi hatırlatıyor bize… “Eski Türkiye” olarak tanımladığı bu toprakları yeniden vatan haline getirebilmek için yeni ve ütopik  bir  “İstiklâl Marşı” da kurgulayan Alatlı Türk Milletine tıpkı, Akif"in sesi gibi “Korkma” diye sesleniyor;
“Korkma! Dağlar koni, bulutlar küre, yıldırımlar şakuli değil! Doğrusal denklemler, sahici dünyanın mecazıdır, gerçek, doğrusal denklemlerden ibaret değil! Yerel küreselden farklı olabilir. Bileşik sistemlerde intizam, çalkantıyla el ele yürür. KAOS, oluşanın bilimidir, geçmişin değil. Mekândan münezzehtir, tutarlıdır, hesaba gelir. KAOS" tan korkma! Bu şehirde akide şekerinin yapıldığı günleri hatırlar mısın? Ya da annenin talaş böreğini? İki ucundan çekilip sündürülen, ortadan katlanan ve tekrar sündürülen şekeri? Yaprak yaprak ayrılan hamuru? Pişmaniyeyi? Maddenin her çekilişi; her katlanışı, onu oluşturan yan yana tanecikleri savurur ama bütün, yeni bir düzene oturacaktır. Yerel savrulurken bütün dingindir. Savruluş aslında bir serüvendir, serüvenden korkma! Büyük meseleleri, büyük programların halledebileceğinin düşünüldüğü günler geride kaldı. Küçücük müdahalelerin, kendileri gibi küçücük sonuçlar doğuracağı düşünüldüğü için, küçümsendikleri günler de öyle. Zaman ve mekânın mutlaklığı Newtonsal illüzyondan ibaretti, görecelik yıktı. Kuantum teorisi, ölçümleme sonuçlarının kesinliğine ilişkin rüyalardan uyandırdı. Laplace"cıların geleceğin öngörülebileceğine dair fantezilerini de KAOS bilimi yok edecek. Dinamik sistemler hayal bile edemeyeceğimiz karmaşık kurallara göre çalışır. Bugün, İstanbul"da kanat çırpan bir kelebek, bir ay sonra Pir"in Dergâhında kasırgalara neden olacaktır. İnan ve korkma!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Recep Yazgan Arşivi
SON YAZILAR