Her yıl 15 Mayıs geldiğinde kamu çalışanlarının talepleri ve yaşadıkları sorunlar bir kez daha gündeme taşınıyor.
Ancak bu gündem, birkaç gün süren haberlerle sınırlı kalıyor; sorunlar ise yerli yerinde durmaya devam ediyor.
Samsun Sağlık-Sen Şube Başkanı İlyas Biçer’in yaptığı son basın açıklaması, tam da bu kısır döngünün içinde dikkat çekici bir isyan niteliği taşıyor.
Biçer, sağlık çalışanlarının artık dayanılmaz hale gelen ekonomik ve sosyal sıkıntılarına dikkat çekerken, kamuoyunun vicdanına da bir çağrı yapıyor: “Sağlık çalışanları üvey evlat değil.”
Bu söz öylesine değil; yılların biriktirdiği kırgınlığın özetidir.
Çünkü sağlık çalışanları, pandemide alkışlanan ama sonrasında unutulan, her gün artan hasta yüküyle boğuşan, maaşı enflasyon karşısında eriyen, psikolojik ve fiziksel şiddetin hedefi haline gelen bir kitle haline geldi.
Onların sabahın ilk ışığında başlayan mesaisi, sadece bir iş değil; insan hayatını kurtarmaya adanmış bir görevdir.
Ama bu kutsal görevin karşılığında alınan ücret, geçim sıkıntısını bile karşılamaktan uzak.
Her ay sonu hesap kitap yaparken tükenen bu insanlar, aynı zamanda toplumun en hayati yükünü omuzlarında taşıyorlar.
3600 ek gösterge düzenlemesinin yalnızca belirli meslek gruplarını kapsaması, sistemin içindeki adaletsizliği daha da görünür kılıyor.
Yardımcı hizmetler sınıfındaki çalışanların bu düzenlemelerin dışında tutulması, emeğin değersizleştirilmesi anlamına geliyor.
Oysa hastaneler sadece doktorlardan ibaret değil.
Temizlik görevlisinden güvenliğe, hemşiresinden laborantına kadar herkes aynı sistemin bir parçası ve her biri aynı özveriyle çalışıyor.
Birini görüp diğerini yok saymak, vicdani bir haksızlıktır.
Sorun sadece ekonomik de değil.
Bir başka hayati mesele de sağlıkta şiddet.
Her gün bir başka şehirde, bir başka hastanede, bir başka sağlık çalışanı şiddete uğruyor.
Bu artık istisna değil, neredeyse bir norm haline gelmiş durumda.
Etkili ve caydırıcı yasal düzenlemeler gecikmeden hayata geçirilmeli.
Sadece sağlık emekçileri değil, toplumun tümü için güvenli bir hizmet ortamı sağlanmalıdır.
Vergi dilimi mağduriyeti ise neredeyse kronikleşmiş bir yara.
Yılın başında yapılan maaş artışları, yıl içinde artan vergi yüküyle geri alınıyor.
Üstelik sabit ek ödemelerin emekliliğe yansımaması da bir başka mağduriyet yaratıyor.
Sağlık çalışanları bugünü kurtarmak için çabalarken, emeklilikte de insanca yaşayacak bir gelecek göremiyor.
Bu şartlarda, gençlerin bu mesleği tercih etmesine engel oluyor.
Sağlık çalışanlarının feryadı, sadece kendileri için değil, tüm toplum için duyulmalı.
Çünkü onlar iyi oldukça, biz iyi oluruz.
Onlar ayakta kalırsa, sağlık sistemi ayakta kalır.
Görmezden gelinen her sorun, yarın büyüyerek karşımıza çıkar.
O halde bu yükü daha adil bölüşmek, emeğin hakkını teslim etmek artık bir tercih değil, zorunluluktur.
Görmeyen gözler açılmalı, duymayan kulaklar işitmeli.
Çünkü bu insanlar sadece maaş değil, insanca yaşam talep ediyor.
Onlar üvey evlat değil; bu ülkenin en onurlu, en cefakâr evlatlarıdır.