YETKİ SORUMLULUĞU...

Sami Kesmen

Toplumu korumakla görevli kişi ve kurumların en önemli imtihanı, yetkinin hangi ölçüyle kullanılacağıdır. Çünkü yetki; hem rahmet hem de imtihan vesilesidir. İnsan bedenini incitmek, İslâm ahlâkına göre zulümdür. Ancak bedenin sağlığını tehdit eden bir uzvun alınması nasıl ki merhametin gereği ise; topluma musallat olmuş, ısrarla fesat üreten kişi ve yapılar karşısında da gerekli müdahaleyi yapmak adaletin bir tezahürüdür. Yetki; zulüm aracı değil İslâma göre idari tasarruf emanetidir.

Kur’an-ı Kerim, “Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisâ 58) buyurmaktadır. Buradaki “emanet”, sadece mal veya eşya değil; makam, görev ve yetkidir aynı zamanda. Yönetici, adalet terazisini elinde tutan kimsedir. Hz. Peygamber (sav), “Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusunuz” (Buhârî) buyurarak yetkinin sorumluluğunu açıkça ortaya koymaktadır. Yetki gücü, insanın keyfî tasarrufu değil; Allah’ın emaneti ve toplumun hakkıdır.

İslâm’ın “zararı defetmek” ilkesi, bireysel olduğu kadar toplumsal alan için de geçerlidir. Bir ferdin özgürlüğü, başkasının can ve mal güvenliğini tehdit ettiği noktayla sınırlıdır. Nitekim Hz. Ebû Bekir döneminde zekât vermeyi reddedenlerle mücadele edilmesi, yalnızca mal meselesi değil; ümmetin bütünlüğünü ve kamu düzenini koruma sorumluluğunun gereğidir. Aynı şekilde Hz. Ömer’in kıtlık yıllarında ceza uygulamalarını askıya alması, kamu yararını gözetmenin örneğidir. Bu iki uygulama da adaletin statik değil, hikmet ve maslahatla işleyen bir ilke olduğunu göstermektedir.

Yetki; hem merhameti hem de cezayı içermektedir. Bir uzvu kesmek; bedeni korumak içindir. Topluma zarar veren odaklara karşı uygulanan tedbirler de toplumun huzurlu yaşamı içindir. Fakat burada ölçü; kamu maslahatı ve hakkaniyettir. Yanlışlara karşı gücün ölçülü müdahalesi rahmettir. İslâm hukukunda ceza; caydırıcı ve ıslah edici bir işlev görmektedir. Bu anlayış ve işleyiş; “Bir cana kıymak bütün insanlığı öldürmek gibidir” (Mâide 32) ilkesini asla göz ardı etmez.

Osmanlı’da “adalet dairesi” kavramı, yetki sorumluluğunun kurumsal karşılığıdır. Kanûnî Sultan Süleyman’ın, en yakın vezirini dahi yargılayıp cezalandırabilmesi; yetkinin akrabalık veya çıkar için değil, adalet için kullanıldığının göstergesidir. Benzer biçimde Hz. Ali, hilafeti döneminde kendisine dava açan Yahudi ile mahkemede eşit şartlarda muhakeme olmuş, yetkinin ayrıcalık değil, sorumluluk olduğunu fiilen göstermiştir.

Yetki; adaletin ve merhametin hizmetinde olmalıdır. Toplumun dirliğini tehdit eden unsurlara karşı en ağır tedbirler dahi; keyfî değil, hukuka ve hikmete dayalı olduğunda şefkatin bir parçası sayılır. İslâmî bakışa göre yöneten de yönetilen de Allah’a hesap verecektir. Bu yüzden yetki; makam değil emanettir. Asıl güç, adaletle davrananların omuzundadır.

Beden için hastalıklı uzvu almak nasıl şefkatse; toplum için fitne üreten yapıları adaletle bertaraf etmek de öyledir. Yetkiyi emanet bilen ve hesabını Allah’a vereceğini unutmayan yöneticiler; toplumun gerçek şifa kaynağıdır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.