Venüs heykeli

  Yıllar önce bir kitap okumuştum. Aradan geçen uzun yıllar kitapta anlatılan birçok ayrıntıyı hafızamdan silip götürdü. Ancak kitabın bir bölümü vardı ki, hem belleğimde derin biz iz bıraktığı için hem de günlük yaşantımızda sık sık o bölümü hatırlatan olay ve davranışlarla karşılaştığım için unutmam mümkün olmamıştır.
 Kitabın konusu ve yazarı üzerine bugünün internet ortamında birçok yazı ve yorum bulmak çok kolay olabilir, ama ben aklımda kalanların büyüsü bozulmasın, kitapta anlatılanlardan aldığım ders etkisini kaybetmesin diye bu konuda bir araştırmayı hep erteliyorum.
 Kitapta bundan altı bin yıl önce, bugünkü Batı Trakya"nın iç kesimlerinde yaşamış bir küçük şehir ve halkı anlatılmaktadır. Bu halkın çok zeki olduğu tartışmasızdır. Fakat bu zekâyı kullanım yerleri ve biçimleri çoğu kez çarpıcı ve komiktir. Kitapta halkın bu yönü anlatılmaktadır.
 Bu halkın yaşadığı küçük şehir, büyük yerleşim merkezlerinden uzakta, kendi halinde bir şehirdir.
 Bir gün bu şehir halkının eline çok güzel bir Venüs Heykeli geçer. Halk toplanır ve uzun uzun bu heykeli ne yapacaklarını düşünürler. Sonunda şehrin girişine yüksek bir kaide yapıp, heykeli bu kaidenin üzerine yerleştirmeye, böylece heykelin çok uzaklardan görünmesini sağlayarak, dikkatleri şehirlerine çekmeye karar verirler.
 Tüm şehir halkı elbirliği ile bütün olanaklarını seferber ederek, uzunca bir uğraşıdan sonra, kararlaştırdıkları gibi çok yüksek, sütun biçiminde bir kaide yaparlar. Venüs Heykelini bu kaidenin üzerine yerleştirirler.
Fakat heykelin altındaki kaideyi o kadar yüksek yapmışlardır ki, yerden bakıldığı zaman kaidenin üzerinde bulunan şeyin tam olarak ne olduğunun anlaşılmadığını görürler.
 Hikâyeyi devam ettirdiğimizde varacağımız yeri tahmin edersiniz. Elimizdeki değerleri bazen, onların çok değerli olduğunu herkese göstermek için öyle yüksek bir yere koyarız ki, bir süre sonra biz bile onun gerçek niteliklerini unuturuz. Ona değer katan ayrıntıları uzaklık nedeni ile seçemez oluruz. Yine onun değerini görüp anlamasını istediğimiz kişiler de bu uzaklık nedeni ile gerçekleri görmekte zorlanırlar.
 Yukarıda anlatmaya çalıştığım hikâyede olduğu gibi o heykeli o kaidenin üstüne yerleştiren kişiler bu dünyadan göçüp gittikten sonra, geriden gelenler kaidenin üstündekinin ne olduğu konusunda tartışmaya başlarlar. İlgili herkes kendi beklenti ve hedeflerini de katarak kaidenin üstündeki şeyi tanımlamaya çalışır.
 Hikâyeye konu olan halk altı bin yıl önce yaşamış. Bu gün altı bin yıl sonra yaşadığımız dünyaya, yaşadığımız topluma bu gözle bir bakalım. Ne kadar çok tepesi görünmeyen kaidemiz var. Üzerlerinde ne olduğunu kimse tam olarak bilmiyor. Ama bazen doğal etkiler bazen bir kaza sonucu kaide kırılıp üzerindeki şey yere düşünce görüyoruzki anlatılanlara veya düşündüklerimize hiç benzemiyor.
 Kişileri, inançları, düşünceleri, makamları tabulaştırmadan, yaşamın gerçekleri ile bağdaştırarak yorumlamak, sorunların çözümünde büyük kolaylıklar sağlayabilir.