Uğur Mumcu için

Hiçbir şeyden korkmam,cehaletten korktuğum kadar! Çünkü cahil asla bilmez, belli edilse de kabul etmez cahil olduğunu. Kabul etmeyi bırakın, anlayamaz ki... Kendini daha da kapatır, inatla saklanır karanlık mağarasına. Çünkü ışığa çıkarsa kirleri belli olacak, yüzü görünecektir. Tüm işlerini karanlıktan yapmaya çalışır.
Bunun tam zıttı konumda olansa aydınlıktır, aydınlardır. Aydınlar birer meşale gibidir, ışığını çevresiyle paylaşmak için yanar. O saçtıkları ışık, aslında yandığının işaretidir. Aydın kişi, tamam yeter demez, kendisinden ötesi için, çevresi için, karanlıkları ışıkla doldurabilmek için çabalar. Çile dolu, cefakar bir yolculuktur onun hayatı. Üstelik umutsuz aydın olmayacağını, bunun aydın olmaya yakışmayacağını da bildiği için, yanmaktan, ışık saçmaktan başka çaresi de yoktur.
Buna karşın cehalet de karanlığında boş oturmaz, yüzyıllardır aydınlığı o kör karanlığında boğmak için, onu susturmak için çabalar. Görünen o ki, bu kavga da dünya tarihi devam ettikçe devam edecektir.
Ateş, aydınlık, aydın, ışık kelimelerinin kökeni bize Eski Yunan'dan mirastır. Tanrılardan ateşi, insanlığa hizmet için çalan Eco; tanrılar tarafından kayalara zincirlendiğinde aydın kavramı da anlamını yavaş yavaş buluyordu. Etleri yabani kuşlarca canlı canlı deşilen Eco'nun tek isteği ateşi insanlara vermekti, onların karanlıktan kurtulabilmesiydi.
Ama tıpkı Galileo Galilei'ye yapıldığı gibi, tıpkı Ortaçağ Avrupa'sında kurulu düzene başkaldıran, topluma yeni bir yol gösteren her savaşçıya olduğu gibi, ülkemizdeki ödülünün katledilmek, kimvurduya gitmek, yakılmak, bombalanmak olduğu gibi... Aydın olmak hep cezalarla ödüllendirilmiştir!
Hapishanelerde, erken yaşta, zamansızca, sebepsizce tabutlarda son bulmuştur hayatlar... Çünkü aydın yüzyıllardır günah keçisidir, can sıkıntısıdır, bir çıbandır! Toprak ağasına başkaldırandır, mantığı ve araştırmayı kendine rehber edinendir, cadı diye yakılandır aydın!
Bu haftaki yazımda bu köşede Türkiye'nin büyük kazancı, bilgi dolu yazıların sahibi, insanların bakmasından çok görmesini isteyen Uğur Mumcu'yu anmayı doğru buldum. Ülkesinin insanlarına öncelik veren ve bunlardan dolayı katledilen bir gazeteciyi, bir hukukçuyu anmak istedim.
24 Ocak 1993 sabahı kalemini susturamadıkları Uğur Mumcu'yu... Bize yazılarını, kitaplarını, düşüncelerini rehber bırakan ve gözü arkada kalmayan Uğur Mumcu'yu... Yazılarından iki paragrafı sizlerle paylaşmak en doğrusu olacaktır:

''Türkiye'nin kurtuluş yolu, çağdışı kalmış korkularda değil, bilimsel nedenlerin gözleminde saklıdır. Yirminci yüzyılda Türk milliyetçiliği, Türk halkının alınterini yabancı çıkarlara karşı korumak demektir. Geri kalan boş laf, kuru gürültüdür, kendimizi kandırmayalım.''

''Terörün olduğu yerde Anayasadan, hukuk devletinden, serbest seçimlerden, bağımsız yargıdan söz etmenin olanağı yoktur. Terörün bu kanlı ipoteği kaldırılmadıkça, özgürlükçü demokrasiye dönülmüş sayılmaz. Terörün hüküm sürdüğü ülkelerde, Anayasa kâğıt parçalarından, parlementolar taş yığınlarından başka bir işe yaramaz. Yaramadığı, ülkemizdeki acı deneyle görüldü.''
                                                                                                                                              'Terörsüz Özgürlük'  Cumhuriyet, 15 Eylül 1980

 

                                                                                                                                                                                      İyi haftalar...