Tekel İşçisi

İşçi diyince aklımıza neler geliyor?

Çalışan, üreten, çalışıp üretirken de hem kendi ekonomisini, hem de ürettiği işten insanların faydalandığı bireyler… Ve bunları yaparlarken de yurt ekonomisinin kalkınmasına katkı koydukları da inkâr edilemez bir gerçek…

Aslına bakaranız her insan işçidir aynı zamanda. Herkes kendine göre üretir, üretirken de insanlığa faydalı olur istem dışı da olsa… Çünkü hiçbir insan yoktur ki bütün ihtiyaçlarını kendi kendine gören, tabiatın kanununa aykırıdır bir kere “benim kimseye ihtiyacım yok” demek…

Tekel işçileri geldi gözümün önüne bir anda sarf edilen emeklerden bahsederken. Bununla birlikte şehir içindeki sigara fabrikası, elli altılardaki yaprak tekel, azot bakır işletmeleri yem sanayi fabrikaları…

Sabah olunca insanlarda bir koşturmaca iş yerlerine, fabrikalarına bir an önce yetişebilme telaşı. Kimisi tekele, kimisi bakıra, kimisi yem sanayiye… Ve bu koşturmacadan nasiplenmek isteyen fırınlar, bakkallar da ona göre erken saatlerde başlıyorlar güne… Otobüs duraklarında, dolmuş kuyruklarında bekleyen insanlardan geçimini sağlan dolmuşçuları, otobüs şoförlerini, servis şoförlerini de unutmamak lazım tabi…

Şehir tıklım tıklım, insanlar cıvıl cıvıl… Bu insanların hepsinin ortak bir paydası var o da ekmek… Ve paylarına düşeni almanın heyecanıyla oluşur bu kalabalık insanların hızlı adımları…

Sabahları oluşan bu koşturmaca akşamları da olmuyor muydu? Aksine daha fazla telaşı oluyordu insanların. Mesai bitiminin ardından hemen eve gitmek yok öyle… Evin ihtiyaçlarını karşılamak için kimisi manava, kimsisi bakkala, kimisi mağazalara… Ama hiç unutmam sigara fabrikasının önünde seyyar satıcılarımızın iş çıkış saatini beklemelerini… Birileri mesai bitirirken, birileri mesai başlatır. Boş kalmak yok, eve ekmek lazım…

Ya o babalarımızın traktörlerle bir yıllık emeklerini, tütünlerini tekele teslim ederken ki mağrur bir o kadar da heyecanlı hallerine ne demeli? Yağmur çamur demeden, güneşin altında harcanan onca emek var orada, o emeklerinin karşılığını da iyi almışlarsa değmeyin onun keyfine, bakın onun kendine güvenine… Çünkü o babamız bir yıldır ihtiyaçlarını karşıladığı dükkânlara bir yıllık borcunu sildirecek, omzundan o bir yılın yükü kalkacak…

O bir yılın sonunu bekleyen düğünleri de unutmayalım. Köylerde düğünler güzün yapılır. Sözler, nişanlar o bir yılın sonunda alınacak olan paranın planıyla yapılırdı. Alın teriyle, göz nuruyla emek edilen tütün parasını almak için ziraat bankasının önünde uzun kuyruklar oluşurdu…

Bu arada azotu da unutmayalım. Gübresiz olmaz, azottan gübre üretilecek ki köylü toprağına atsın atsın ki bol ürün alsın. Böylelikle hem satan hem alan karlı çıkardı.

Cümlelerimin sonuna eklenti olarak eklediğim “-dı” ekinden de anlayacağınız gibi mazimizi anlattım.

        İşin özünü anlatmak gerekirse mazimizde iş vardı, para vardı. Daha da önemlisi bir telaş içerisinde herkes alıyordu, herkes kazanıyordu.

Bunların yanında bakır, Sinop yolundaki şişe cam yem sanayi fabrikalarına ne oldu peki diyeceğiz. Öldü öldü… Buraları da bir sistem uğruna özelleştirdik kapattık. Ne kadar doğru yaptık değil mi? Bu fabrikalar samsunumuzun halkına iş, aş verecek, yarınımıza ve çocuklarımıza mirası böyle bıraktık…

        Peki, bu fabrikalara ihtiyaç yok mu? Tütün içimi yok mu veya azaldı mı da gübre fabrikasını sattık. Kısacası bizler öldük mü de toprak ananın ürettiklerine ihtiyacımız kalmadı…

       

        Dedelerimizin babalarımızın vergileriyle yapılan, işletilen ve Türk ekonomisine kazandırılan bu işletmeleri ne oldu da zarar eder konuma getir de kapılarına kilit vurduk veya sattık, daha ucuza mı attık?

        Tüm bu olanların sonucunda insanlar tabi ki sarf ettikleri emeklerinin hakkını arayacaklar… İnsanın; ailesinin rızkını, çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamak adına hakkını araması kadar doğal ne var ki?

        Ortada alınması gereken bir hak varsa ki var, o hak bu haktır.

Bütün bunlar rüya gibi değil mi? Çalışmak, üretmek ve kazanmak. Kim bundan zarar görürdüki. Görüyormuş ki de bu işletmeleri ucuz pahalı sattık veya kapılarına kilit vurduk. Şimdi söyleyin neyin karını ettik o sihirli sözcük “özelleştirme” istediğin gibi satma, geleceğimizi sattık farkında mıyız? Ha bunları söylerken şahsım adına ne tekelde ne azotta ne bakırda ne şişe cam da ne de yem sanayine birinci dereceden ailem veya akrabam yoktu. Fakat ortada bir gerçek var insan bizim insanımız. Bu insanlar insan topluluğu bir milleti o millet ki ulusu oluşturur. Değerlerimizi unutup geçmişimize küfretmeyi bırakalım.

      Siyasi yargıları bırakıp gerçekleri görelim diye düşündüğümden yazmak ihtiyacı duydum. Bütün bu düşüncelerimi bütün samimiyetim ile siz değerli okuyucularım ile paylaştım. Sizler ne düşünürsünüz bilemem…

        Her bireyin emeğine saygı… Üreten ürettikçe kazanan geleceğinden umutlu yarınlarına güvenle bakan millet adına bugünkü yazıma da son verirken saygı ve sevgilerimi sunmayı bir borç bilirim