SOYKIRIMCILAR- YALANCILAR- İFTİRÂCILAR

M.Halistin Kukul

Kolay iş değildir; hem 'soykırımcı' olacaksın ve hem de 'yalan' söyleyip, başkalarına 'iftirâ' atacaksın!..

Bu, ancak, Batılı bir zihniyetin mahsûlü olabilir!..

Târihi ve en azından kendi târihlerini bilmeyenlerin veya bilmez görünenlerin sinsi emelleri, asîl Türk milletinin şanlı mâzîsine asla leke süremezler. Zîrâ; Türk târihinin hiçbir safhasında, 'kırım' yoktur ki, 'soykırım' olsun!..

Fakat...Daha dün, İkinci Dünyâ Harbi sırasında altı milyon Yahûdî'yi fırınlarda diri yakanlar siz Almanların ataları değil miydi?

Daha dün, Cezayirlileri acımasızca katledenler, sizin komşunuz ve fikir müşterekiniz F(ı)ransızlar değil miydi?

Daha dün, burnunuzun dibinde ve gözünüzün önündeki Sırpların, Bosnalılara uyguladığı vahşete göz yuman sizler değil miydiniz? Çocuk- çocuk, kadın- ihtiyar katledilenleri, gözleriniz hiç mi görmedi? Kulaklarınız, çığlıkları hiç mi duymadı?

Peki; Hocalı katliamından da haberiniz olmadı mı? Duymadınız ise, demek ki, bu dünyada yaşamıyorsunuz!..Duydunuz da, sustunuz ise, -ki öyledir- yazıklar olsun size ve sizin gibilere!..

Siz Almanlar, okuyan bir milletsiniz...En azından öyle bilinirsiniz!..

Peki, Zori Balayan'ın 1996 yılında yayınladığı "Ruhumuzun Canlanması" adlı 'itirafnâme'sini okumadınız mı? Yoksa; bu tür kitapları mı okumazsınız?

Bu Ermeni yazarın itiraflarından sâdece birini hatırlatalım.

Diyor ki: "Çete üyesi olan Haçatur'la, zaptedilmiş evlerden birine girdiğimizde, askerlerimizin 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilediklerini gördük.

Haçatur, çocuğun bağırmaması için, anasının kesilmiş göğsünü (memesini) , onun ağzına soktu. Ben de, önce, çocuğun karnının, başının ve göğsünün derisini soydum.

Sonra Haçatur, cesedini doğradı ve onunla aynı kökten, Türk kökünden gelen köpeklere dağıttı. Aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Halkımın intikamının yüzde birini bile aldı isem ne mutlu bana!.."

Bilmek istiyorum: Almanya Başbakanı, bir kadın olarak, bu hâle nasıl bir his ile yaklaşmıştır? Kimin 'soykırımcı' olduğunu, kimin olmadığını nasıl anlayamamıştır? Acaba, anlamıştır da, anlamamış gibi mi görünmüş veya görünmektedir?..

Ve; Almanya Başbakanı'nın, yapılan oylamaya katılmaması ise, hiçbir mânâ ifade etmez. Üzerindeki mes'uliyeti kaldırmaz. Nezdimizde, bu tavır, onun, basit siyâsî hesapların mensubu ve riyâkâr bir yapısının olduğunu ifşâ eder. Çünkü; yalan ve iftirâ, bir siyâset vasıtası değildir.

Ancak, toplantıya katılıp da karşı oy veren Alman Milletvekili Bettina Kudla'nın tavrı takdire şâyandır.

Tabiî ki, işin, başka cepheleri de vardır...Elbette, bizim cihetimizden...'Bizim gibiler' dediklerimin cephesinden!..

Bir defa; Türk dış siyâsetimiz 'sıfır' derecede zemine yakın bir yerde bulunmaktadır. Tecâvüz adası olarak anılan "Akdamar"a, "kendi paramızla kilise açılması"nın bizi getirdiği çukur yer burasıdır!..Tâviz!..

23 Nisan 2014'te, "20. yüzyılın başındaki şartlarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz" demenin, bizi taşıdığı hâli yaşıyoruz.

Bu; kime, kimin adına, ne için, hangi "tâziye"ydi, söyler misiniz?

Sonra da, 631 üyeli Alman Parlamentosu'nda bulunan Türk milletvekillerinin durumuna göz atmalıyız. 631 milletvekilinden, 1 hayır (Bettina Kudla) ve 1 çekimser (Oliver Wittke) hâriç, diğerlerinin hepsi, "sözde soykırım iftirâsı"nı kabul etti.

Bu parlamentoda, - ne yazık ki- (onbir) Türk milletvekili de bulunmaktaydı. Onlar, o parlamentoya girince sevinmiştik bile!..Fakat, bunlardan ikisi oylamaya katılmamış ve katılan dokuz üye de, kendine/ soyuna/ atasına/ nesline/ ceddine yapılan iftirâya "kabul" demek gafletini göstermişlerdir. Toplantıya katılanlar ile katılmayanların arasında hiçbir farkın olmadığını da ifade etmek isterim. Çünkü; böyle bir oylamada, katılmamak da 'tasvip' mânâsındadır.

Burada, târih muhasebesi yaparak, iyiden iyiye 'düşünmemiz' lâzımdır... 'Düşünmek' kelimesini sakın mülâyim bir fiil olarak ele almayınız!.. Sözünü ettiğim 'düşünmek', kafamızı, duvara / sert bir cisme çarparak, sarsarak aklımızı başımıza almak olarak tahayyül ediniz!..Titremek falan değil!..Çarpmak!..Çarpmak!..

Bu noktada, birkaç sene önce yayınlanan bir makalemden - Almanya Parlamentosu'ndaki onbir milletvekiline ithâf olarak- kısa bir nakil yapacağım. O makalemin sonunda şöyle demişim:

"Demek ki Türk; iftihar edilecek asîl bir soyun adıdır.

Demek ki; "Türk olmak" demek, Türk soyundan gelmektir ammâ, sâdece Türk doğmak da değildir.

Türk olmak; Türk gibi düşünmek, Türk gibi hayâl kurmak, Türk gibi yürümek, Türk gibi inanmak, Türk gibi misafir kabûl etmek, Türk gibi heyecanlanmak, Türk gibi mütevâzı, hoşgörülü, fedâkâr fakat yerine göre de gözüpek olmak, Türk gibi ağlamak, Türk gibi sevmek, Türk gibi celâllenmek, Türk gibi buğzetmek, Türk gibi Türk'ün ruh kökünü kavramak, Türk gibi Türk'ün mukaddesatını mübârek bilmek, Türk gibi Allah ü teâlânın, "Sen olmasaydın, Sen olmasaydın, âlemleri yaratmazdım" diye buyurduğu Kâinatın Efendisi'ne bağlı olmak, Türk gibi "Kur'ân'ın kölesi" olmak, Allah aşkıyla donanmak, Türk gibi Îlâ-yı kelimetu'llah için mücâdele etmek, Türk kültüründen ve Türk târihinden

iftihar ederek, bütün bunları şerefli bir hüviyet levhası hâlinde beynine raptetmek ve aynı şuûr ile kalbine asmaktır.

Türk gibi olmak, güzel olmaktır!"

Bilinmelidir ki; gaflet, ihânete dönüşmeden önce, gerekli tedbirlerin alınması şarttır ve bunun lüzûmu bir daha kendini göstermiştir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.