SESSİZ FELÂKET...

Sami Kesmen

"Kibir ve Enaniyet"; görünmeyen ama derinden hissedilen iki büyük sesziz felakettir. İnsan ne zaman kendini merkeze koyar, ne zaman “ben” demeyi “biz”in önüne geçirirse, orada tevazu biter, ihlas solar, gönüller donar. Kibir; şeytanı secdeden, Firavun’u haktan, Karun’u şükürden uzaklaştıran sinsi bir hastalıktır. Ne yazıktır ki, bu hastalık bugün birçok zihinleri ve kalpleri pençesine almış durumdadır. İsra suresi 37.ayette; “Yeryüzünde böbürlenerek dolaşma! Çünkü sen ne yeri yarabilir ne de dağlarla boy ölçüşebilirsin" ilahi ikazı yapılmaktadır. Bu ayet kibirli yürüyüşü dahi yasaklamaktadır. Çünkü kibir, sadece kalpte değil; bedende, sözde, davranışta da kendini belli etmektedir.

Her haliyle insana yakışmayan, insanı küçülten bir vasıftır. Şeytanın, Hz. Adem'i işaretederek; “Ben ondan üstünüm!” demesi kendini aşağıların aşağısına düşürmüştür. Kibrin en çarpıcı örneği, İblis’in Hz. Âdem’e secde etmeyi reddetmesidir. Bu konu Kur'anda; “Ben ondan üstünüm! Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.” (A’râf, 12) ilahi bilgisiyle verilmektedir. İşte bu söz, tarihin ilk kibirli cümlesidir. Bu cümle; şeytanı doğurmuştur. Enaniyetle kurulan her “ben” cümlesi; kişiyi hakikatten uzaklaştırmakta, sonunda haktan da koparmaktadır. Şeytanın secde etmeyişindeki kibir; bugün insanların birbirine üstünlük taslamasında, makamla büyümesinde, zenginlikle gururlanmasında, ilimle

tepeden bakmasında aynı şekilde sürmektedir. Oysa Peygamberimiz (sav):
“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.” buyurarak bu tehlikeyi açıkça belirtmektedir. Enaniyet: “Benlik”le büyüyen zehirdir. Kibir çoğu zaman kendini gizler. “Ben sadece özgüvenliyim” der. “Hakkımı savunuyorum” kisvesine bürünür. Ama aslında altında "ben her şeyin en iyisini bilirim" hissi yatar. Enaniyet; kişinin kendisini her şeyin merkezine koyması, başkasını değersizleştirmesi demektir. İslam, "ben"i değil, "biz"i yüceltir. Peygamberimiz (sav), ashabıyla birlikte oturur, yer, çalışır, hatta elbisesini bile kendisi yamardı. Ona inananlar ise, bugün bazen küçük makamlarıyla dağ gibi kibirlenir oldular. Oysa Hz. Ebû Bekir halife olduğunda omzundaki elbiseyi çekerken ağlamış ve “Allah’ım, bu yük bana ağır gelir, yardım et!” demiştir. Kibirli insan çok tehlikelidir, hakikati asla kabullenmez. Her zaman haklı olduğunu sanır. Özür dilemez, öğüt dinlemez. Eleştiriden nefret eder, başkasının başarısından rahatsız olur. Bu nedenle kibirli kişi hem kendi nefsine zulmeder, hem etrafındakilere zalimlik yapar. Toplumda kibirli kişilerin çoğalması; merhametin, dayanışmanın ve sadeliğin ölmesidir. Herkesin kendi havasında olduğu bir toplumda tevazu barınamaz. Oysa dinimiz “elini alçalt, sesini kıs, burnunu yukarı kaldırma” diyen bir incelik dinidir.

Kurtuluş; tevazu, teslimiyet ve tevbe ile olur ancak. Kibirle başa çıkmanın yolu; kişinin kendini sürekli hesaba çekmesiyle mümkündür. Her nimetin sahibinin Allah olduğunu unutmadan yaşamak gerekir. İlim, servet, güzellik, makam… Bunların hepsi insana emanettir. Emanetle övünmek, emaneti verenin karşısında haddini aşmaktır. Peygamberimiz (sav);
“Allah’ım! Göz açıp kapayıncaya kadar bile beni nefsime bırakma.” diye dua etmiştir. Çünkü nefis, kibri ve enaniyeti her an tekrar canlandırabilir. Kulluğun özü ise, “hiçlik”tir. Her şeyin Allah’tan olduğunu bilmek ve bu bilinçle yaşamaktır. Kibir ve enaniyet; insanı önce insanlıktan, sonra imandan uzaklaştıran iki büyük hastalıktır. Bu çağın görünmeyen vebasıdır. Şeytanı secdeden eden, Firavun’u boğan, Karun’u yere geçiren bu hastalıktan kurtulmak için; kalbi tevazuyla arındırmak gerekir. Büyüklük; insanlara karşı mütevazı olmak, Yaratanın huzurunda secdeye kapanmaktır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.