RAYDAN ÇIKMAK!...

M.Halistin Kukul

     "Ray (rail), Lâtince menşeli olup, dilimize F(ı)ransızca'dan geçen bir kelimedir. Bu kelimenin yerine başka bir karşılık koyamamamıza rağmen, Türkçe'de bir çok terkibin kurulmasına da yardımcı olmuştur. Rayına girmek, rayına oturmak, raydan çıkmak, ray(ın)dan çıkmak bunlardandır.

      Raydan veya rayından çıkmak karşılığında veya yakın mânasında yoldan çıkmak ve şirâzeden çıkmak yâni çığırından çıkmak tâbirlerini de kullanabiliriz/kullanmaktayız.

     Raydan çıkan nedir, diye sorarsanız, artık bunun sorulmaması gereken bir soru olduğunu  düşünüyorum.

     O kadar bunaldık ki, ne söylesem az geliyor bana!..İktisattan bahsetmiyorum . Tabiî ki, söyleyeceklerimin buna da menfî olarak tesirleri vardır. Aslolan; p(i)siko-sosyal ve sosyo-kültürel tahribattır.

     Topyekûn bunlarla  oynanıyor , fakat, hâlâ, raydan çıkmanın hesabını yapamıyoruz.

     Şu sözlere bakınız, ve bu sözleri birbirlerine söyleyenlerin samimiyetlerini ve  bu sözlere  göre "sosyolojik, ahlâkî ve bediî " yönlerden  âhengin bozulmasını değerlendiriniz: "Şerefsiz, alçak, rezil, diktatör bozuntusu, mandacı, dar kafalı, alçak, müfteri, müzmin muhalefet, fırıldak, nâmussuz, münafık, köstebek, nesebi gayri sahih, densiz, kirli ve kinli kalem sahipleri, fitne çağcılar, ırkçılar, Fâtiha bile bilmezler, paralelciler, ulan, yahu..."

     Bu sözlerle, toplum dinamikleri sağlıklı olabilir mi? Bu sözlerle, insanlar arası münâsebetlerde mutabakat  sağlanabilir mi? Bu sözlerle, çocuğumuz, gencimiz, esnafımız...huzurlu olabilir mi?

      Bir de, bu sözlerin ardındaki gerilmiş çehreleri, el kol hareketlerini düşününüz...Düşününüz diyorum ammâ, sakın ha düşünmeyiniz! ..S(ı)trese girersiniz çünkü!..Kahrolursunuz!..

     Kişinin kendisine ettiği kötülüğü, dünya bir araya gelse, edemez.

     Kafası işlemeyen birinin, başkasınınkini "dar" olarak vasıflandırması kadar kindârlık ve hased de olabilir mi?

     Kendi idrâkini muhakeme altına alamayanlar, başkalarının hareketlerine nasıl nizam vermeye kalkışabilirler, onu da anlamak mümkün değil!..

      Birazcık iz'an ve birazcık idrâk ve birazcık nezâket ve birazcık tevâzû ve birazcık hoşgörü ve birazcık sevgi ve birazcık merhamet ve birazcık şefkat ve birazcık hürmet ve birazcık usûl bilgisi ve birazcık vefâ ve birazcık akılcık...her şeyi güllük-gülistanlık yapmaya yeter de artar bile!..

      Ammâ...

      Bu saatten sonra, kim(ler)den neyi talep ediyoruz, değil mi?

      Gafletin, kin ile muhkemleştiği bir zamanı yaşıyoruz gaaliba!..

      Gaflet; basit bir sendeleme, aksama, göz kararması, duraksama, gevşeme,  narkozlanma, uyuklama değildir!..

      Bilinmelidir ki, gafletin de şuûrlu olanı ve şuûrsuz olanı vardır. Belki, şöyle diyenler veya soranlar çıkabilir: "Gafletin şuûrlu olanına ihânet denmez mi?"

       Buna da, hiçbir îtirazım olamaz!..Sâdece, katkıları için teşekkür ederim, o kadar!...

        Dünya nelerle meşgûl!..Biz ise, nelerle!..

        Üniversiteleri harıl harıl okuyor, araştırıyor...Laboratuvarları, kütüphâneleri, konferans salonları, s(ı)por tesisleri  boş durmuyor...

         İlimde, san'atta yeni yeni keşiflere yürüyorlar...Devlet adamları, çocuklarını gençlerini teşvik ediyor... Devlet bürokrasisi, devleti idâre edenlere ciddî tekliflerle gidiyor.

          Yalan yok, riyâ yok, iltimas yok!..Gaaye ve hedef var ve herkes  aynı istikamete doğru yürüyüşte...Almanya'ya, Japonya'ya, Rusya'ya, Amerika'ya, F(ı)ransa'ya, İsrail'e bakın!..

          Hiçbir...Ammâ hiçbiri, çocuklarının eline, uydurma "teşekkür" veya "takdir" belgeleri vererek  evlerine göndermiyor ve onları, gerçek durumlarının vahametinden uzak tutmuyor...

      Gerçek ne ise onu söylüyorlar...

      Onlara 'yalan'ı öğretmiyorlar...Onlara "gerçeğin ne olduğunu" yaşatıyorlar...Bilgisizliğin ne kadar kötü olduğunu anlatıyorlar,  gösteriyorlar...

       Vatanı, insanı ve bütün insanlığı sevmenin, ahlâktan ve bilgiden geçtiğini aşılıyorlar, tatbik ettiriyorlar!..

        Lâf ebeliği, söz-dalaşı yapmıyorlar!..İlerliyorlar!..

        İlim sahnesinde yoksun, edebiyat sahnesinde yoksun, mûsıkîde yoksun, iktisatta yoksun, kendine itimatta yoksun ve kendi kendine gelin güveyi oluyorsun!..

        Hangi vasfın olursa olsun, hangi makamı işgal edersen et, işinin adamı değilsen ve hep başkalarını aşağılar havlarda isen, kibire dalmışsan, kendine de, memlekete de yazık edersin, o kadar!..

         Birbirinize "şerefsiz, nâmussuz, alçak, hırsız, müfteri, dar kafalı, çete,  diktatör, mandacı..." demenin kime ne faydası oldu da, hâlâ, aynı terâne sürdürülüyor, anlamakta zorluk çekiyorum.

         Avrupalı'sı, Amerikalı'sı, Çinli'si, Rus'u...birbirine kenetlenip iş görürken, bırakınız Türk Dünyası  ve İslâm Dünyası ile irtibatı, yanıbaşındaki insanlarla didişen bu yavan, sığ, basit ve uyuşmaz tavırların bizi ne kadar büyük çıkmazlara ve rehâvete soktuğundan da  habersiz miyiz?

        İki kelimeyle hulâsa edelim:  Yazıktır ve günâhtır!..

     " İşsizlik oranı % 11.8; genç işsizlik oranı %21.2" olmuş...

        Ve bakıyoruz,  üniversiteyi bitiren gençlere birer 'boş kep"  verilmiş, havaya fırlattırılıyor ve birileri de tutturmuş, nelerden dem vuruyor!..

      Bilinmelidir ki, birlik şuûrunun temelinde âdâlet" vardır. Adâletin bulunmadığı yerde, bütün sözler beyhûdedir. Yine...

       Birlik şuûru, müsamahadan, nezâketten geçer; iftiradan, karalamadan, sataşmadan, kabalıktan alelâdelikten değil!..

      Birlik şuûru,  adâletle başlar, adâletle yürür, adâletle gelişir, adâletle zirveleşir.

       Birlik şuûru; istişâreyle olgunlaşır, müşterek irâdeyle hedefine ulaşır.

       Târih boyunca, kendilerini murakabe altında tutamayan kişi ve teşkilâtlar, sâdece kendilerinin değil, yan unsurlar kabûl edilebilecek cemiyet ve kuruluşların da felâketlerine sebep olmuşlardır.

       Başkalarının irâdesini baskı altına almak isteyenler, aslında âciz, nankör ve gaddar kişilerdir.

      Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil diyor ki:

      "Tekrar edeyim ki, insan için mevki, servet ve şöhret gaye değildir; gaye olan saadettir. Saadetin şartı ise, insanın kendi içi ile mutabık yaşamasıdır." (Gençlerle Başbaşa, İstanbul 195, Sf. 47)

        

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.