İnsanın dünyadaki en büyük imtihanlarından biri, görmediği hâlde inanabilmektir. Gözle görülen, elle tutulan bir şeye bağlanmak kolaydır. Fakat hiç görmediği bir peygambere gönülden teslim olmak, onun yolunda yürümek, onun sevgisini kalpte en üstün yere koymak, imanın en büyük tezahürlerindendir. İşte bu yönüyle Peygamberimiz (s.a.s.), “Benim kardeşlerim, beni görmeden bana iman edenlerdir.” buyurmuş ve asırlar sonra gelecek müminleri “ihvânım” yani “kardeşlerim” diye onurlandırmıştır. Bu ifade, Resûlullah’ın ümmetine olan şefkatini ve muhabbetini göstermektedir. O, sadece kendi dönemindeki ashâbıyla sınırlı bir peygamber değil, kıyamete kadar gelecek bütün müminlerin peygamberidir. Onun kalbi, ashabına nasıl açıksa, bizlere de öyle açıktır. Bizler de onun kardeşleriyiz. Onu görmeden, sesini duymadan, kokusunu almadan, yalnızca vahiyden ve rivayetlerden tanıyıp iman eden müminleriz.
Sevgi, genellikle tanışıklıkla güçlenir. Birini yakından tanımak, onunla yaşamak, hatıralar biriktirmek sevgiyi artırır. Oysa Resûlullah’a olan sevgimiz, böyle bir tecrübeye dayanmaz. Bizler, sadece Kur’an’ın şahitliğiyle, sahabenin rivayetleriyle ve tarihin bize bıraktığı bilgilerle onu tanıyoruz. Buna rağmen gönlümüzde; evladımızdan, malımızdan, hatta kendi canımızdan daha üstün bir sevgi taşıyoruz. İşte bu, “imanın tadı”dır.
Nitekim Peygamber Efendimiz, “Sizden biri beni, babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe (tam) iman etmiş olmaz.” buyurmuştur. O’nu görmeden sevebilmek, imanın kemâline ermenin işaretidir. Sahabe; Peygamber’in dostları ve yoldaşlarıdır, bizler ise; onun kardeşleriyiz. Bu ayrım, aslında bize bir sorumluluk da yüklemektedir. Kardeşlik, sıradan bir akrabalık değildir. Kardeşlik; sadakat, fedakârlık ve vefâ ister. Peygamber kardeşliği; sadece gönül bağı değil, aynı zamanda bir ahlâkî duruş demektir. Onun yolunda olmak, onun sünnetini yaşatmak, onun mirasına sahip çıkmakla anlam kazanmaktadır. Bu kardeşlik; sadece bireysel değil, toplumsal bir bilinç de oluşturmaktadır.
Müslümanlar arasındaki birlik, Peygamber kardeşliği ile güçlenir. Onu sevenler, birbirlerini de severler. Onu örnek alanlar, birbirleriyle de vefâlı olurlar. Çünkü ortak nokta; aynı sevgide birleşmektir. Resûlullah’ın bizlere “kardeşlerim” diye hitap etmesi, aslında hem bir müjde hem de bir uyarıdır. Müjde; Onu görememiş olmamız, sevgimizi ve imanımızı eksiltmez, bilakis yüce bir değer kazandırır. Uyarı ise; O’nun kardeşi olmak iddiası, sadece dilde kalmamalı, hayatta da karşılığını bulmalıdır. Bugün Müslümanların dağınıklığının, kırgınlıklarının ve ihtilaflarının ilacı; işte bu Peygamber kardeşliğidir. Eğer gerçekten onun kardeşi olduğumuzu iddia ediyorsak, birbirimize de kardeş gibi davranmalıyız. Aramızdaki ayrılıkları gidermeli, sevgiyi, adaleti ve merhameti yeniden hâkim kılmalıyız.
Peygamber kardeşliği, sahabenin hatırasına değil; kıyamete kadar gelecek ümmete de bir payedir. Bizler, o büyük müjdenin muhataplarıyız. Onu görmeden iman ettik, görmeden sevdik. Rabbimizden dileğimiz, mahşer gününde onu görmeyi, Kevser’in başında onun ellerinden içmeyi ve onun gerçek kardeşleri olarak dirilmeyi nasip etmesidir. Çünkü onun kardeşi olmak; bu dünyada en büyük şeref, ahirette ise en büyük mükâfattır. Peygamber şefaatine ve komşuluğuna itiraz edenler olsa da, Ona kardeş olmak; dünya ve ahirette en büyük nimettir