Özgürlük

Özgürlük; bir kahve masasında tüttürülen sigara ve kural-sızlıklar arasında yitirdiğimiz çocukluğumuz kadar uzak. Birinin özgürlüğüne değdiğinde bitiverir özgürlüğümüz. Yani ne kadar özgür olduğumuz/olacağımız bile bize bağlı değildir. Öyle ki her kavramın öznelleştirildiği, sahiplenildiği bir ortamda biraz daha kısıtlı bir özgürlük yaşamak zorunda bırakılıyoruz. İnsanlar, kurumlar terimlerle kavramlarla ayrıştırılmış durumda. Atatürkçü, Kemalist, Milliyetçi, Cumhuriyetçi, Laik, Ulusalcı, Devrimci, Ülkücü, Komünist, Faşist ve daha böyle uzayıp giden onlarca terim. Öyle ki; Cumhuriyetçi denince solcu, milliyetçi denilince sağcı, emekçi denince komünist, sermayeci denince kapitalist, ulusalcı denilince Atatürk Milliyetçisi gibi bir sürü kavram çıkıyor ortaya. Herkes gönlünce kullanıyor bu kavramları. Sonuçta hem bir kirlilik çıkıyor ortaya hem de kavramların içi boşaltılıp değersizleştiriliyor. Kavramların böyle gelişi güzel kullanılmaması gerekir. Tamam, başta özgürlükten bahsettik, elbette herkes kendisini en iyi ifade ettiğini düşündüğü kavramı kullanacaktır ancak; kimsenin de kavramları kişiselleştirme, kendine mal etme hakkı yoktur. Ayrıca bu tarz eşleştirmeler (sağcı, solcu) toplumu ayrıştırmaktadır. Bu ayrıştırmanın bir partiye, gruba mal edilmesi, kavramların diğer vatandaşlar tarafından kullanılamamasına sebep olmaktadır. Bölünmenin farklılaşmanın kimseye bir şey kazandırmadığı ortadadır. Biri reis diyor diğeri lider. Teşkilat deyince ondan örgüt deyince bundan, yönetim deyince şundan oluyoruz. Güzel Türkçemizin ayırmak için değil birleştirmek için kullanılması gerekirdi oysa.

       Halk herkesin ve her şeyin farkında. Biliyoruz ki farklılıklarımız bizim kültürel zenginliğimiz. Bizi biz yapan değerler.

      Yunus Emre bakın nasıl sesleniyor çağlar ötesinden; “GELİN CANLAR BİR OLALIM/ DÜNYA KİMSEYE KALMAZ” hoşçakalın