Oynama yavrucuğum!..

Neval Sultan

Oyuncaklarla ne kadar ilgileniyorsunuz? Çoğumuzun bu soruya “en son çocukluğumda ilgilenmiştim” diye yanıt verdiğini duyar gibiyim. Eğer ebeveyn olanlar varsa onlar kendi çocuklarına oyuncak almak için elbet ilgilenmişlerdir.
Fakat gerçekte oyuncağın değerini, aslında ne anlama geldiğini biliyor muyuz? Ben bilmediğimi Bekir Onur"un “Oyuncaklı Dünya” kitabını okuduğumda fark ettim. Kitabı okuyana kadar oyuncaklar benim için “çocuk oyuncağı”ydı.
“N"olacak canım, gidersin alırsın, verirsin çocuğa oynar”dı. Bozarsa kızardın geçerdi. Zenginsen yenisini alırdın.
Bugünkü ailelere baktığımda görüyorum ki, çocuk neye heves ettiyse genelde o alınıyor. Bir de ebeveynin fakir olduğu veya teknolojinin henüz bu kadar gelişmemiş olduğu dönemlerde yaşamasından kaynaklanan “yeni çıkmış lüks ve süper teknolojik” oyuncaklar pek ilgi görüyor.
Yani oyuncağı, ya çocuk seçiyor ya da ailesi…
Ya da biz öyle sanıyoruz!..
Ya da sandırılıyoruz!..
Her zaman kandırıldığımız gibi yine kandırılıyoruz!..
Olamaz mı?
Olur!..
Bal gibi hem de…

Çünkü oyuncak, benim eskiden düşündüğüm gibi “çocuk oyuncağı” değil ve “birileri”(ki bunlar daha çok emperyalist güçler) bunu çok iyi biliyor.
Oyuncak, kültür tarihinin bir unsuru… Antropolojideki kemik ve fosiller, tıptaki DNA"lar gibi çok değerli... İnsan topluluklarının bir sonraki nesilden neler beklediklerinin göstergesi…
Çünkü çocuklar bir sonraki nesil… Yapılan arkeolojik kazılarda, çoğu süs eşyası sanılmasına rağmen, bir çok oyuncak bulunmuş. Tarih öncesi dediğimiz çağlarda kız çocukları bebekle, erkek çocukları av silahı oyuncaklarıyla oynarmış. Tarihin yazıya geçirilmeye başladığı dönemlerden sonra da bu oyuncakların sıfatlarında pek bir değişiklik olmamış. Ama malzemeleri ve biçimleri değişmiş…
Mesela, bundan yüz yıl önce kız çocukları yine bebekle oynarmış. Erkek çocukları da silah ya da at oyuncaklarıyla… Bugün yine kızlar bebekle oynuyor erkekler silah ya da araba oyuncaklarıyla…
Ancak yüz yıl öncesiyle bugünün oyuncakları arasında çok büyük bir fark var…
Babaannemizin oynadığı bebek, bezdenmiş ve gerçekten bebeğe benziyormuş. Tombul, sevimli, altı değiştirilebilen, büyütülüp eğitilecek minik bir insan yavrusu modeli… Dedemiz de insan taşımacılığı için kullanılan atlara ve arabalara bindiriyormuş hayalindeki yolcuları… Minik askerleri ile ailesini ve ülkesini korumak için düşmanlara karşı savaşıyormuş…
Büyüdüklerinde kazanacakları sıfatları, ne olmaları gerektiğini oyuncaklar anlatıyor, onları hayata hazırlıyormuş… Sosyalleşip, amaçlanıyorlarmış…
Bir de bugüne bakalım…
Kız çocuğumuz yine bebekle oynuyor. Ama adı Barbie… Fatoş, Ayşecik falan değil. Öyle tombul bir bebek değil, doksan altmış doksan bir mankenin minik ebatı… Süslü, püslü… Upuzun saçlı… Bütün oyuncak aksesuarları içerisindeki en değerli eşyaları çantaları, ayakkabıları, giysileri, makyaj malzemeleri…
Peki ne yapar bu Barbie?..
Hiçbir şey…
Çok güzeldir ve nerden geldiği belli olmayan bir zenginliği vardır. Sadece parti parti dolaşıp yakışıklı ve zengin sevgisiyle gezer…
İşte hepsi bu…
Ya erkek çocukları… Onlar da arabalarla ve silahlarla oynuyorlar yine… Spiderman, Turbo jet… Mehmetcik değil… Ne yapıyor bu Spidermanlar… Turbo jet cinsi süper üstün yeteneklerle donatılmış bir vaziyette tekil bir kahramanlık… Uçuyorlar, kaçıyorlar… Ne için?..
Öyle aile, memleket savunmak için falan değil!.. Salt rekabet ve üstünlük duygusu adına…

Bu örnekten sonra şimdi bir daha soralım.
Oyuncağı gerçekten de kim seçiyor?
Kandırılıyor muyuz?
Yoksa daha net ama korkunç bir ifadeyle
“Salaklaştırılıyor muyuz?”

Yoksa bize “çocuk oyuncağı” diye yutturulan şeylerle “çocuk” gibi kandırılıyor muyuz?

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.