ORGANLARIN ŞEHADETİ

Sami Kesmen

Dünya hayatı, ahiret hayatının tarlasıdır.  Peygamberimiz tarafından dünya; gölgelenme yeri olarak tarif edilmiş, bir yolcunun yolculuğu esnasında dinlemek için gölgelenmesi ne anlam ifade ederse ve o zaman dilimi ne kadarsa, dünya hayatı da ahirete göre benzer ölçüdedir tanımı yapılmıştır. İnsan için ahiret hayatına ulaşıncaya kadar birçok badireden geçme sorumluğu ve zorunluğu vardır. Ruhlar alemi, ana rahmi, dünya hayatı, ölüm, kabir, mahşer, mizan, sırat ve sonrası bu badirelerin ana istasyonlarıdır. Nihai olarak yaşanacak anayurt, ahiret hayatıdır. Bu yaşamın merkezini de Cennet ve Cehennem oluşturmaktadır. Süreç içindeki tüm ana ve ara istasyonların amacı, insanın cennet ve cehennem hayatındaki durumunu ve ahiretteki yerine belirlemek içindir.

Ebedi ve ezeli bilgiye sahip olan yüce Yaratan, elbette ki bu ara ve ana istasyonları yaşatmadan bir kulun hangi yaşam ve fikri yapıya sahip olacağını bilmektedir. İsterse sonuçları da kendi bilgisine göre değerlendirir. Ancak; Yaratan, dünyaya imtihan için gönderilen insanın kendi iradesinin sonuçlarını ortaya koyarak değerlendirilmesini murat etmiştir. Ebedi yaşamda insanın nerede ve nasıl yaşayacağı dünyadaki fikri, zikri ve fiili yaşamına göre olacaktır. Bu yaşamın bütün kareleri ilahi görevlendirmeler gereği kayıt altına alınmaktadır. İtikadimize göre, Kiramen Katibin melekleri insanın yanından hiç ayrılmamak suretiyle, doğumundan ölümüne kadar tüm yaşantısını not almakta ve kayıt yapmaktadır. Bu kayıtlar, amel defteri adı altında arşivlenmekte, ahiret sürecinin ilk eşikleri olan mahşeri sorgulamada kişinin önüne sürülmektedir. Kur’ani tariflere göre mahşerde kişiye, “Al kitabını(amel defterini) oku” denecektir. Kişi de kendi boynuna asılan amel defterini açacak ve okuyacaktır. En küçük bir kötülüğü ve en küçük bir iyiliği amel defterinde görünce, “bu kadar küçük şeyler de mi buraya yazılmış” diyerek hayretlerini ifade edecektir. Ve yine bu süreçte, amel defterindeki olumsuzlukları görünce, dünyada sevdiği evlat ve yakınlarından kaçacaktır. Bu korku ve panik içinde olan insanın karşılaştığı sonucun kendi eseri olduğu, yine kendisine anlatılmak için dünyada sahip olduğu organlarına şahitlik yaptırılacaktır. Yasin-i şerifte belirtildiği gibi, mahşerde insanların dilleri konuşmayacak, onun yerine el, ayak ve diğer organları yaptıklarını anlatarak, organı oldukları kişinin dünya hayatını en küçük detaylarına kadar ortaya koyacaklardır. Organların bu şehadetini kişi hayretle izleyecek, neden böyle yapıyorsunuz diyecektir. Organlar da sahibine, bunun kendilerini yaratan Rablarının emri gereği olduğunu ifade edeceklerdir.

Organ naklinin yoğunluk kazanmasıyla, nakledilen organların hangi beden için veya hangi insan için şehadette bulunacakları sorusu sorulmaktadır. Hatta, organ nakli nedeniyle hayatının devam etmesi sağlanan kişinin işlediği günahlarda, ona organı verilen kişinin de sorumluluğunun olup olmadığı da merak edilmektedir. Beden ve dolayısıyla organlar sorumluk sahibi değildir. Sorumlu olan ruhtur, nefistir, akıldır. Beden işin yükünü çeken ve işlemlerin dünyevi formata dönüştürülmesini sağlayan bir araçtır. O nedenle organlar sorumlu değil, yakın şahittirler. Hangi bedende neye şahit olmuşlarsa onu anlatırlar. Nakli yapılan organın esas sahibinin, nakilden sonraki şahısta işlenen günahlardan sorumlu değildir. Zira, kişinin yaşaması organın nakli nedeniyle değil, yüce yaratıcının takdiriyle gerçekleşmiştir. Diğer bir ifade ile, organ nakledilerek hayata devam eden kişinin ömrü henüz bitmemiştir. Yaşaması organ nakledildiği için değil, ömrü devam(yaşaması takdir edidiği) ettiği içindir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.