Ölümsüz

Cihan Şimşek

Kimilerince yaşayan her canlının tadacağı bir son, kimilerince bir başlangıçtır herhalde en kısa tanımıyla; ölüm.

Başlangıç genellikle hatırlanmasa da sanırım çırılçıplak, yalnız ve ağlayarak geldiğimiz dünyanın ilk yılları alışmaya çalışmakla geçmektedir.Çevrenizde size iyilik mi kötülük mü yapmaya çalıştıklarını anlamadığınız canlıların arasından bazısının kokusuna vurulmakla başlar hayatı ilk sevişiniz.

Doğrular ya da yanlışlar değil, güdülerinizdir dört ayağınızla birden ulaşmaya çalıştığınız her şeyi sizin için vazgeçilmez yapan.Ne var ki, inatla dokunmamanız  gerekenleri çevrenize yerleştiren iki ayaklıların seslerinin zaman zaman sizi korkutmak amacıyla yükselmesi de kafanızı iyice karıştırır.

Dokunmamanız gereken şeyler hemen hemen evin tamamıdır çünkü. Aslında sizi çok sevdiklerinden yaparlar bunu tabi ama sizi çok sevmekten de size zarar verebileceklerini öğrenmeniz ve öğrenmeleri için bir süre daha geçmesi gerekmektedir.

Zamanla, ağlayarak ifade edilemeyecek kadar çok şey biriktirdiğinizde, dillerini öğrenmenin şart olduğunu anladığınız sıralarda, onlar gibi iki ayaklı olmayı öğrenirsiniz siz de. Siz hızlandıkça arkanızdan yetişmek için daha hızlı koşmak zorunda bırakırsınız onları. Dillerini konuşuyorsunuzdur artık ama bir şeyler eksiktir yine de.

Şanslıysanız hemen çalışmaya başlamak yerine okula gitmeye başlarsınız. Tabi dünyanın hangi bölümüne geldiğinize göre değişir bu durum. İlk kez iki ayaklılara bu kadar çok bağlandığınızı anladığınız anda ayrılmanın acısını hissedersiniz engel olamadığınız gözyaşlarınızla onların içini de kanatırken. Bu tür ayrılıklar zaman zaman tekrarlanır hayatınızda ve siz onlardan biri oldukça daha çok alışırsınız acıya.

Hayat acılı bir yemek gibidir artık ama acıya öyle alışırsınız ki acılı yemeklerin müptelası gibi zevk de almaya başlarsınız yaşamaktan. Arada verilen tatlı ziyafetleri de unutturamaz size acının tadını. Öyle ki; bazı geceler sebepsiz ağlamalarınızın sebebi olur damağınızda kalan acının tadı.

Ağlasanız da zırlasanız da müptelası olursunuz hayatın. Ve belki birileri de müptelası olur sizin hayatınızın. İki ayaklı olalı beri görmeye alıştığınız diğer iki ayaklılardan göçenler olur bir daha dönmemek üzere. Dayanılması en zor ayrılıktır dönüşü olmayan yollara yolcu göndermek, ama bir nebze rahatlatır vakti geldiğinde otobüsteki yerinizi alacağınızı bilmek.
(Asıl bahsetmek istediğim konuya gelene kadar böyle uzatabileceğimi bilmiyordum.)

İşte bazıları o son yolculuktan da onu çağrıştıran şeylerden de öylesine, ölesiye korkar ki; ellerinden geleni yaparlar bu hayatın, onlardan öncesinin ve sonrasının varolduğunu unutmak için.

Aynalara düşman olanları vardır. Gördükleri yaşlanan suratlardır onların. Tecrübelerin çizdiği suratlarımız ölümü çağrıştırır onlara. Binbir acıyla çizdiğimiz suratlarımızı, çiziksiz hale getirmek için varlarını dökerler, ellerinden gelse elimizdekini alıp onu da bu yola dökerler.

Anti Aging (yaşlanma karşıtı) programları vardır. Yaşlanmaya düşman gözüyle baktıklarında kendilerinden nefret etmiyormuş gibi yapmak için sürekli genç kalmak isterler. Gençler de ölür çokça ağlatarak aslında, ama nedense yaşlıların garanti kapsamı dışına çıktığına inanırlar. Bir türlü, her yaşın tadını çıkarmaya yanaşmazlar. Maraton koşabilecekken evde pinekleyen kendileri değilmiş gibi karın altında sabah koşularını yaparlar.

Oscar Wilde'ın Dorian'ından daha başarılı olabilirlermiş gibi didinip dururlar. Dorian Gray'in Portresi'nin en baş kahramanıdır genç, yakışıklı, çekici Dorian. Bir gün portresini yapan bir ressam sayesinde ölümsüzlüğe kavuşur. Hiç yaşlanmaz, yaralanmaz.

Dorian Gray'in Portresi'ne girişte şöyle der Oscar Wilde: Sanatçı güzelliklerin yaratıcısıdır.

Güzellik güzeldir tabi, ama bizim gibi güzele güzel demesinin şartları olan bir kültürün çocuklarına yabancı gelir güzele tapmak. Biz biliriz ki; "on para etmez aslında güzelliği, bizdeki aşk olmasa."

Dorian yaşlanmaz, ama resmi sürekli yaşlanır, yani Dorian'a göre çirkinleşir. Bakamaz resmine. Kendine bakmak zordur çünkü. Bazen şu hayatta yüzünü en son görmek istediğimiz kişidir kendimiz. Bizim de Dorian gibi, ama güzelin ya da çirkinin değil, acının ve tatlının hiç değil hayatın peşinde paytak paytak yürüyen çocuklarızdır biz yüzleri buruşuk da olsa yürekleri buruşmayanlar.

Korksak da ölümden, bazen sevdiklerimizi, bir kere de bizi de alsa hayattan, hayatın bağımlısı olamayız.

Hayata gelirken ağlayan  bizlerin en büyük tesellisidir paytak paytak yürüyen umutlar.Güzel bir ömrü güzel yapan; keyifle geçerken hayattan, başkalarına da keyif verebilmek değil midir zaten. 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.