ÖFKENİN EN YAKININA DÖNMESİ

Semiha Sandıkçı

Bazı öfkeler vardır; sesi bugünden gelir ama kökü çok eskiye dayanır. Sözcükleri bugünkü tartışmaya aittir belki ama yükü çocukluktan taşınır.

En yakınınıza yönelen öfke, çoğu zaman karakterinizin sertliği ya da hayatın yorgunluğu değildir. O, zamanında kabul edilmemiş bir hâlin gecikmiş sesidir.

Çocukken sevgi “şartlı verildiyse” çocuk bunu hemen öğrenir: “Böyle olursam sevilirim”, “susarsam kabul edilirim”, “güçlü görünürsem kalırım.” Ve o anda gerçek benlik yavaşça geri çekilir. Görülmeyen, duyulmayan, sorulmayan bir parça olarak içeride kalır. Bu parça ağlamaz artık; susar. Ama susmak iyileşmek değildir. Susmak, beklemektir.

Yıllar geçer, çocuk büyür, beden değişir, roller değişir. İçeride bekleyen o parça yerini terk etmez; uygun bir an arar. İlginçtir, bu anlar genellikle en güvende hissettiğimiz yerlerde gelir. Hayata, kalabalıklara, iş yerindeki arkadaşlara, patrona, yabancıya karşı kendimizi tutarız. Ama sevdiklerimizin yanında iplerimiz çözülür. Çünkü bilinçaltı bilir: “Burada terk edilmem, burada düşebilirim.”

Ve bastırılan öfke ortaya çıkar. Aslında bu bir saldırı değildir. Bu, yıllar önce söylenmemiş bir sözün, saklı kalmış cümlelerin, kendini ifade edememenin gecikmiş yankısıdır. Bir psikiyatristin dediği gibi: “Tartışmalarda duyulan yeni sözler değil, geçmişten gelen haykırışlardır.”

Bugün yükselen ses, bir eşe ya da evlâda ait değildir. Yalnızca bir zamanlar “abartma”, “zayıf olma”, “sus” denilen çocuğun sesidir.

Geçmişin izini taşıyan bu öfkenin en sinsi yanı şudur: Yanlış kişiye yönelir. Tehlikeli alanlara değil, güvenli alanlara döner çoğu zaman. Çünkü çocuklukta öğrenilen bir inanç vardır: “Seviyorsan katlanmak gerekir. Bağırabilirim, kırabilirim; yine de gitmezler.” Bu, sevginin değil, mecburiyetin hatırasıdır.

İnsanlar bu gerçeğe bakmaktan korkar. Çünkü bakmak, “Ben zamanında olduğum hâlimle kabul edilmedim.” gerçeğinin yüze çarpmasıdır. Bunun yerine etiketler seçilir: “Sinirliyim”, “zor biriyim”, “ben böyleyim”, “çabuk parlar ama hemen sönerim.” Etiketler kaçışı kolaylaştırır ama iyileştirmez.

Oysa öfke bir kusur değildir. O, çocuklukta yaşanan adaletsizliğe karşı tutulmuş sessiz bir nöbettir. Susturulmuş, yok sayılmış çocuk duygularının, yetişkin bedende hâlâ ayakta kalma çabasıdır.

Öfke bastırılacak bir düşman değil, dinlenmesi gereken bir habercidir. İyileşme, sesi kısmakla değil, kime ait olduğunu fark etmekle başlar. Bugünkü tartışmadan geçmişi ayıklayabildiğimizde öfkenin tonu değişir. Bağıran bir fırtına olmaktan çıkar, anlaşılmak isteyen bir rüzgâra dönüşür. Ama doğru zamanda, doğru şekilde, doğru yerde ve doğru kişiye karşı…

Ve belki de her şey şu farkındalıkla kendimize döndüğümüzde başlar:

“Benim bu kadar öfkeli olmamın bir nedeni var. Bu neden, utanç değil; şefkat istiyor.”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.