İnsan, yaratılışı gereği hem öğrenen hem de unutan bir varlıktır. Kimi zaman sözle ikaz edilen, uyarılan, yön gösterilen bir kişi; kalben nasihatı anlayamaz, duymazlıktan ve görmezden gelir. Lakin hayatın tokadı, yani bir müsibet, o kişinin idrak kapılarını açar. Zira nasihat kulağa hitap ederken, müsibet doğrudan kalbe, ruha ve yaşama dokunur. Bu nedenle denmiştir ki; “Nasihatın öğretemediğini, müsibet öğretir.”
Kur’an, birçok ayetinde peygamberlerin halklarına yaptığı nasihatlerden bahseder. Hz. Nuh’un 950 yıllık tebliği, Hz. Hud’un, Hz. Salih’in, Hz. Şuayb’ın kavimlerine yaptığı çağrılar, hep “nasihat” merkezlidir. Onlar, “Sizin için en hayırlısı budur” diyerek anlattılar ve sabırla, ümit ederek yollarına devam ettiler. Kur’an’da Hz. Nuh’un şu sözü dikkat çeker; “Ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ediyorum ve sizin için öğüt veriyorum.” (A’râf, 62) Ancak kavimler, ne kadar çok uyarıldıysa da, alaya aldılar, görmezden geldiler, kendilerini dokunulmaz sandılar. Ama müsibet gelince yok oldular. Bazı kavimleri tufan, bazılarını yıldırım, bazılarını da yerin dibine batış yok etti...
Müsibet, çoğu zaman bir uyanıştır. Kalbi kararan, nefsi doymayan, aklı bulanıklaşan insanlar için bir temizlik ve arınma vesilesidir. Hasta olunca sağlığın kıymeti, depremde evin değeri, ölümle dostun hatırası anlaşılır. Savaş, kıtlık, deprem, ölüm, hastalık gibi olaylar; bireysel ya da toplumsal ölçekte farkındalık oluşturur. Bu yönüyle, müsibet öğreticidir. Hz. Ömer (r.a.) buyurur ki; “Musibetler bize Allah’ın varlığını, kudretini ve aczimizi öğretir.” Bu yönüyle, Allah bazen rahmetini tokat gibi gösterir. Zira Rabbimiz kullarını helak etmekten değil, uyandırmaktan yanadır. Bugünün dünyasında her şeyin hızlı olduğu kadar, uyarılar da hızlıca gelmektedir. Akıl vermek, öğüt söylemek, nasihat etmek artık “yargılamak” sayılıyor. Ancak herkesin içinde bir çocuk gibi nasihate muhtaç yön vardır. Bu yön uyarılmazsa, hayat tokadıyla terbiye olunur.
Modern insan, maddi başarıya odaklandıkça, kalbi nasihatle doymuyor. Nefsani arzular, öğüdü susturuyor. Tam da bu noktada müsibet konuşur. Asıl mesele, gelen belayı fırsata çevirebilmektir. Zira her musibet, içinde bir uyarı taşıyan mektuptur. Şayet bu okunur, ders alınırsa kişi yücelir. Ama isyanla karşılanır, suçlu arama yoluna gidilirse, yeni felaketler zinciri başlar.
Kur’an’da şöyle buyrulur; “Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. Allah çoğunu affeder.” (Şûrâ, 30) Bu ayet hem uyarı hem müjdedir. Musibetin kaynağı dışarda değil, içeride aranmalıdır. Bilinmeli ki Allah, her şeyi cezalandırmaz; affı ve sabrı boldur. Müminler, müsibetlerle ceza olarak bakılmamalıdır Nasihat ve müsibet, hayatın iki öğretmenidir. Akıllı insan, nasihatten ders çıkarır; çünkü bu yoldan öğrenmek daha az bedelli ve daha çok bereketlidir. Lakin bazen insan ancak acıyla öğrenir. Bu durumda da yapılması gereken şey; isyan değil, ibret almaktır.
Nasihat kulağı, müsibet kalbi uyarır. Her iki yoldan gelen mesaj da Allah’tandır. Mesajı alan kurtulur. Alamayan, aynı hataları tekrarlar. Peygamberimiz (s.a.v) buyurur; “Mü’min bir delikten iki defa ısırılmaz.” Yani mümin, başına gelen musibetten ders alır ve aynı yanlışı tekrarlamaz. İnsan; ya nasihatla yücelir, ya da müsibetle silkelenir.