MODERN DÜNYA YANILGILARI -2-

Soner SÜREN

Birinci bölümü okumadıysanız, tıklayınız.

İnsanlık, bugüne kadar hep savaşmayı tercih etmiştir. Kırıp dökmeyi ve ucuz güç gösterilerini birer övünç kaynağı olarak algılamıştır. Oysa ki doğadaki birçok hayvan bizlerden daha güçlüler, bizonlar gelip de şehirleri istila etmiyorlar. Hayvanların dahi yapmadıklarını bizler kendi dünyamıza uyguluyoruz. Hayvanlardaki olmayan akıl, bizim boş yere çalışan akıllarımızı alt edebilse keşke.. Bedenin fiziksel eylemleri ne zaman bitecek? Az geliyor sanırım dünyaya bunca kan gölü, karmaşa. Bizler artık, birbirimizle savaşmayı değil tokalaşmayı öğrenmeliyiz. Bizler karanlıktan korkarız, tedirgin oluruz. Kaç kişi loş bir mum ışığının gölgesinde kendisini dinleme zevkine erişmiştir? Kaç insan, karanlık ve sessizliğin büyüleyici atmosferinde karşılaştığı olayları masaya yatırabilmiştir? 

Bizlere dayatılan ihtiyaç görünümündeki lüksler, dev bir bataklığa girmemize sebep oluyorlar. Hayatımıza yön vermesi gereken iç dünyamızken, dış dünyadaki aldatıcı ambalajlara takılıp kalıyoruz. Hamburger ve pizzacı numaralarını ezbere bilirken, çorbaya kaç bardak su katılacağı konusunda yeni doğmuş ceylan yavrusu kadar çaresiziz. Dev marketlerde saatlerce gezinirken, kaçımız toprağa domates ekmeyi biliyor ki? Demek istediğim, çoğu fiziksel konu insanı hazırcılığa alıştırır. Bir kadının güzelliğine, teninin yumuşaklığına aşık olmak kolaydır fakat dokunmadan sevgiyi besleyip büyütebilmek öyle kolay lokma değildir. 

Bir hayal edelim beraber, çok zor değil. Hava karardı ve evinize geldiniz. Fokurdayan suyun nameleri eşliğinde kahvenizi yaptıktan sonra ağır adımlarla odanıza ilerlediniz. Perdenin ayak uçlarında hoş bir esinti var, gözlerinizin ışığını kapatıp duygularınız ışığı olan bir mum yakıveriyorsunuz sessizce. Günlük hayatın telaşları geliyor aklınıza, bir sürü iç içe geçmiş ses ve görüntü oluşuyor zihninizde. Arkadaşlarınız, aileniz ve hatta karşı apartmanda oturan Sebahat teyze bile.. Hepsinden sıyrılmayı deneyin. Sesler, renkler, otobüsler, yollar, duraklar, insanlar, hepsinden sıyrılın. 

Bir süre sonra fark edeceksiniz ki, size bir şeyler anlatmak isteyen birisi var. Tam da kalbinizde, göğüs kafesinizin yamacında. Duygularınıza merhaba diyeceksiniz o anda. Senelerdir bıkmadan size sizi anlatıyor o içerde bir yerlerde. Ama siz bu zamana kadar hiç kapatamadınız ki televizyonunuzun sesini, susturamadınız bakkal Rıfkı'nın bozuk para tıngırtılarını. Sürekli yanlış adreslerde yordunuz kendini, bütün sorularının cevabı onun dudaklarında. Öyle bir mekanizma düşün ki, bıkmak usanmak bilmeden size bir şeyler katmaya çalışan. Basın düğmesine o anlatsın, bir daha dokunun saatlerce sizi dinlesin. Dünyadaki en büyük kaçış, insanlığın kendi ruhundan kaçmasıdır, kovalayan olsa içim yanmayacak..

Ne mutluluktan kaçmalı insan ne de acıdan. Bizim hayat havuzlarımızın daima iki tıpası vardır, mutluluk dolarken acının, acılar akarken mutluluğun tıpası kapalıdır. Eğer birinden birini reddedersek, hiçbir şey biriktiremeyiz. Mutluluğun değerini, acı zamanlarının hatıraları sayesinde bilebiliyoruz. Acının bizlere sunduğu psikolojiyi de çocuksu mutluluklar hafiflletemiyor. Beyaz, içine bütün renkleri toplamıştır ama kendisini en iyi siyahta gösterir. Bu hayat bir denge işidir. Doğarken bile ilk yaptığımız şey ağlamak bu dünyada, şimdilerde bu sahte gülüşlerde kayboluşlar niye? Ağlamanız gerekiyorsa ağlayın, gülmeniz gerekirse gülün. Her ne yapıyorsanız gerçekçi olun ve kendi sesinize kulak verin. Duygularımızdan kaçtığımız ve rol yaptığımız sürece, bu dünyada sadece bir karakter olarak kalacağız. Ama kendimizi dinlersek, kendimizi sıfırdan tanımaya başlayabilirsek, işte o zaman gerçek bir ‘insan’ olabiliriz.

Demem odur ki, bedenimizde sıkışmış ruhumuza nefes aldıralım biraz, çünkü o da bize nefes aldıracak. Bırakalım yüzümüzdeki doğum izlerini, öldüğümüzde ruhumuzda belirecek lekeleri düşünelim. Eğer utanmamız gerekiyorsa, aynada baktıklarımızdan değil, içimizde hapis olan kendimizden utanalım. Dağıtalım yolu sevgiye açılan otobüsün biletlerini, yalanlarla değil de duygularımızla süsleyim gözlerimizi. Gözyaşı serpiştirelim yanaklarına ve hiç eksik etmeyelim dudaklarımızdaki alaycı kıvrımları. Sadece yaşayalım,  gerçekten yaşalım.

Bu söylediklerim insanları duyarsız topluluklara dönüştüren modern dünyaya küçük bir eleştiri idi. Ellerimizde telefonlar, tabletler, eğlence araçları birer ihtiyaç haline gelmişken, sokaklarda şöyle bir gözlem yapın lütfen. Hatta sokaklara bile gerek yok ilk önce kendi evinize bakmanız yeterli. Aileler bile duygularını paylaşmaktan çekinir hale geliyorlar. Herkes kendine göre bir uğraş bulmuş ve o eski dostluklar, kuvvetli bağlar birer birer yok oluyorlar günümüz dünyasında. İnsan, önce kendine değer vermeli. Dünyaya ne için geldiğinin, neleri göze alıp hangi rotaları izleyeceğinin farkına varmalı. Bu satırları ilk olarak kendi yüreğime yazdım. Duygularımın, düşüncelerime attığı sarsıcı bir tokatın sonucudur bu yazdıklarım. Tokat değil ama küçük bir kardeş ya da dost tavsiyesi olan bu yazdıklarımı önce aynı coğrafyayı paylaştığım hayatlara ve daha sonra yüreğinde değerli duygular taşıyan tüm güzel insanlara ithaf ediyorum. Bir gün sevgide, aşkta ve muhabbette buluşmak üzere…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.