MİLLÎ HASSASİYET-MİLLÎ ŞUÛR- MİLLÎ BÜTÜNLÜK

M.Halistin Kukul

            Millet; hem soyu/ırkı ve hem de kültürü esas alan bir sosyal birliktir. Yâni, millet, herhangi bir topluluk değil, belli değerlere sâhip şuûrlu bir teşekküldür. Esasta; müşterek insânî değerlerle birbirleriyle irtibatlandırılmış, kaynaşmış, kucaklaşmış ve yine müşterek maksat ve hedeflere/ülkülere yürüyen kişiler topluluğudur.

      Bu topluluğun bizdeki adı: Türk Milleti'dir. Dîni: İslâm'dır. Vatanı: Türkiye'dir. Bayrağı: Türk Bayrağı'dır. Dili: Türk Dili/Türkçe'dir.

        Bu topluluk, bu saydığımız değerleri esas alan bir millî şuûra sâhip, ve bu sâhiplik ve mensubiyet hissi ve hassasiyetiyle millî bütünlüğe tâlib ve bu idrâk ile de 'milliyetçi'dir. Bu, bir 'hâl'dir ve  bu hâl, yakınlarından başlamak üzere, mensup olduğu milleti çok sevme niyetiyle tezâhür eder .

      Âyeti kerîmede buyurulan: "Şüphesiz ki, Allah, adâleti, iyilik yapmayı, yakınlara/akrabalara yardım etmeyi/bakmayı emreder; hayâsızlığı, çirkin işleri/fenalığı ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir." (Nahl, 90) "emir" ve "nasihati"ni yerine getirmeye çalışmaktan başka  bir maksat ve emel de taşımaz.

     Yâni, bu, asla, sathî bir kavimcilik/ırkçılık değildir. Bu hâl; dar mânâda, âileyi, akrabayı (hattâ hemşehriyi); orta mânâda milleti ve geniş mânâda da insanlığı sevmektir. "İyilik/yardım" ise, iltimasla/kayırmayla değil, alınteri ve helâl kazanç ile yapılır. Burada da, tek şartla muhatap olunur ki, o da, 'adâletli olmak'tır. Böylece, milletin biyolojik ve sosyolojik mensuplarını birlik içersinde tutup korumak, geliştirmek ve sevmek esas hedeftir. Sâdece bu mu? Elbette hayır!

       Karşılıksız sevmek ve fedâkârlık da, bunda esastır. Bizdeki "milliyetçilik" anlayışı, Avrupaî değildir/olmamıştır/olamaz/ olmamalıdır. Çünkü, temelinde, İslâmiyet  ve onun "takvâ" kabûlü vardır. Birine veya bir şeye körükörüne, gaflet ile bağlılık, yâni boyun bükücülük asla değildir. Hakîkî mânâsıyla, mânevî ve millî değerlerini ve menfaatlerini korumak ve onları müdafaa etmek ve hak yolunda yürümektir.

        Zîrâ; Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadırlar: "Soyunuzu biliniz. Sıla-i rahim yapınız" ve yine buyurmaktadırlar ki: "Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavminin efendisi kavmine hizmet edendir."

      "Gülü, çok seviyorum" demek yetmez. Bu, sâdece, bir 'iyi niyet' ifadesidir. Gülü sevmek, güle verilecek değerle ölçülür. Gülü sevmek; onu, yağmurdan, fırtınadan, rüzgârdan korumakla olur. Gülü sevmek; onun nârin yapısını, tozdan, böcekten, kem ellerden sakınmakla olur. Gülü, gül gibi koklamak gerekir. Çünkü; o, bu nezâkete, bu muhabbete, bu iltifata lâyıktır.

        Gülün yaşaması, onu, hem gönül hoşluğuyla temâşa etmemizi ve hem de koklamaktan haz almamızı  sağlar. Milletimiz de böyledir!..Milletteki, dîn, vatan, bayrak, dil sevgisini de böyle anlıyoruz.  Bunun temelindeki hudutsuz aşkı hissetmek, sezmek ve tatmak gerekir.

        Onu "seveceksin" ve ona "hizmet" edeceksin!..Bu âhenk esas alınmalıdır. "Hizmet"siz sevmek, beyhûdedir!..Aldatmacadır, riyâkârlıktır, hattâ yalancılıktır!..

       Şu husus da unutulmamalıdır ki, gülü sevmek, menekşeyi, papatyayı, karanfili, lâleyi sevmemek mânâsına da gelmez. Sevgi; bağnaz/fanatik, kıskanç, hasis, korkak, uyuşuk ve bananeci değildir. Sevgi; sevilmesi gereken ve sevilmeye lâyık olan her şeyle 'kaynaşık' olan faal/cevval/tâze/mülâyim/uyanık ve dâimâ dipdiri hayât hâlidir.

       Demek ki; dînî/İslâmî ve vicdânî hükümler ve değerler, bu sevgide, en müessir unsurlardır/ unsurlar olmalıdır.

         Peki, gelinen noktada neredeyiz?  Bu asîl ve  mûteber değerlerimizi korumaya, müdafaaya ve  geliştirmeye niçin muktedir değiliz?

          Halbuki; bizim, "Kanımız aksa da zafer İslâm'ın" diye, 'mücâhit rûhu' taşıyan bir beyanımız vardı.

          Halbuki; bizim; herkese verilmiş, "Büyük Türkiye" ve "Güçlü Ordu" sözümüz vardı. Halbuki; bizim, Abdurrahim Karakoç'un mısrâlarıyla:

                            "Herkes duyacak, bilecek,

                              Saklanmaz gayrı bu gerçek.

                              Yaprak yaprak, çiçek çiçek

                              Hak yol İslâm yazacağız!"

     Diye, gönülleri şenlendiren, şahlandıran, ışıklandıran ve aşklandıran nidâmız vardı.

      Halbuki bizim, -sâdece birilerine yaranmak için değil- dümdüz ve dosdoğru ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmaktan başka bir emel taşımayan, ve; "Kapitalizme, komünizme, ateizme, faşizme dur!.." diyecek olan, "Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin, her şey Türklük için" parolamız vardı.

        Halbuki bizim, "Sanayileşmiş Türkiye/ Fabrika yapan fabrikalar" kurma hedefimiz/ ülkümüz vardı. Biz, önce, mükemmel, mâmûr  bir Türkiye'yi inşâ ve ihyâ edecektik, ondan sonra da, Türk Dünyâsı'nı kucaklayacaktık. Ardından, bütün İslâm memleketlerine de yol aralayacak, yol bulacak, yol açacaktık.

       Halbuki ne oldu? Kademe kademe, kimyamız/özümüz/mayamız bozuldu. Bu cephede, nice zamandır, horul horul uyku başladı. 'Bir memleketin ihyâsı, sâdece köprü, yol, park-bahçe ve binayla değil, 'millî birlik aşkı'yla olur' düşüncesi sendeledi, aksadı, bocaladı. Türk Dünyâsı ne hâlde ve İslâm Âlemi  ne vaziyettedir!..

        İnsanları çatışan bir memleket huzursuzdur. Huzursuz bir memlekette ise, gönül hoşluğu ile, ne ilim , ne san'at  olur ve ne de siyâset yapılır?

       Peki, maya/öz/kimyâ bozulunca ne hâle gelinir? Dil bozulur, dîn bozulur, ahlâk bozulur, asayiş bozulur!..Bunlar bozulunca bediîyat da bozulur, edebiyat da bozulur, kültür de bozulur!..

         Ve 'terazi şaşar"; en kötü vaziyet başlar: Adâlet bozulur!..Samimiyet çöker ve böylece, 'vicdân' da, muhasebesiz kalır!..

        Bunları düşündükçe değil, bunlara şâhit oldukça, şu ânda yaşanılanlara/yaşadıklarımıza asla şaşırmıyorum. Çünkü, bunları, bugüne kadar, defalarca müşâhede ettim ve defalarca yazdım ve ilgilileri uyarmağa çalıştım.

        Şu ânda, en uyanık olması gerekenler, maalesef, çatışmalı, çekişmeli ve uyuşmazdırlar. Niçin?

        Dînî, millî ve ilmî müesseselerimiz, çekişmeli-çatışmalı, birbirlerinden kopuk değil,  sıkı bir işbirliği içersinde bulunmalıdırlar. Bundan milletimiz ve geleceğimiz kazançlı çıkar. 

      Bu bakımdan; Türkiye'nin bütün siyâsî teşekküllerinin ve onların mensuplarının sağlıklı düşünmelerine ve akl-ı selîm ile istişâre etmelerine ihtiyacımız vardır.

       Türkiye, çok çetin hattâ çok vahim şartlar yaşamaktadır. Bu zor hâlin, son beş-altı yılın yanlış idâresinin sonucunda meydana geldiğini de söylemek mecbûriyetindeyim.  Fakat, ne yazık ki, salâhiyetliler ve mes'uller, hâlâ bir rehâvet içindedirler ve sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmakta ve hattâ başkalarını suçlamaktadırlar. Harabeye dönen şehirlerin imarını yapacaklarını bir zafere imza atmış  gibi, sevinçle müjdelemektedirler!..

           Yalnız, şu da bilinmelidir ki; elbette, bütün bu zorlukların da üstesinden gelinecektir ve bunun  yegâne yolunun da, 'millî hassasiyet- millî şuûr ve millî bütünlük' anlayışında ve anlayışıyla el ele tutuşarak, hâdiselere sağlıklı teşhisler koymaktan ve çâre(ler)  bulmaktan geçer. Bu işlere sebebiyet verenler, mâzeret aramaya asla ve asla tevessül edilmemelidirler. Hakîkat kabullenmelidir!..

           Üzüntüyle ifade edeyim ki, "zâyiât", hiç de mâkûl karşılanacak seviyede değildir; çok, pek çoktur!.. Peki, yazık değil midir bunca cana, bunca mala, bunca servete?

           Vahim hâdiseler yaşıyoruz, dedim; öyle görünüyor ki, daha da yaşayacağız!..

           İdârî kadrolar, kendilerini murakabeye tâbî tutmalı ve sîgaya çekmelidirler. Ne yazık ki; tutmuyorlar ve ne yazık ki, çekmiyorlar!..O zaman, biz çekiyoruz, memleket çekiyor!..

            Bilmiyorlar mı ki, bu memlekette, peşimizde öyle kaabiliyetli ve cevval gençler var ki, pırıl pırıl, bilgi ve  cesâretleriyle, geleceğe ümitle baktırıyorlar. O hâlde;

          Türkiye, bir ân önce, kendi işini kendisi görebilme maharetine ve inisiyatifine ulaşabilmelidir. "G(ı)lobal dünya" v.s. tamam da, kendi irâdemizi  ortaya koyabilecek imkân ve şartları niçin inşâ edemedik?  

          Öyleyse; birbirimize havalanmanın, hörelenmenin  kime ne faydası oldu/oluyor/olacak, söyler misiniz?

          Türk  milletinin târih boyunca geçirdiği büyük sarsıntılar niçin düşünülmüyor, onlardan niçin ibret alınmıyor? Niçin? Niçin? Niçin?..

 

           

 

      

   

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.