Mevlana ve Aşk -1-

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin,

Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği

Bütün törenlerin, şölenlerin, ayinlerin, yortuların dışında.

Sana geldim, ayaklarına kapanmaya geldim.

Af dilemeye geldim; affa layık olmasam da,

Uzatma dünya sürgünümü benim.[1]

 

Aslında Sezai Karakoç cennetten değil de, ilahi divandan uzaklaştırılmamızı anlatmıştır. İnsanoğlu cennette bir kuralı ihlal edince Allah(c.c) tarafından dünya(alçak) denilen bir hapishaneye sürgüne gönderilmiştir. Buradan kurtuluşumuzun yolu ise ancak ilahi yasalara uymakla mümkündür.[1]

           

Hz. Mevlâna da eserinde tam da bu noktaya dikkatimizi çekmeye çalışmıştır. O eserine “bişnev”[2] “dinle!” diyerek başlıyor. Peki neyi dinleyeceğiz? Okunan şeyi. Peki O nedir? O Kuran'ın ta kendisidir. Çünkü Kuran-ı Kerim “ikra”[3] “oku” diye bir emirle başlar. Mevlâna da okunanı dinleyin diyor. Eğer bakış açımızı bu yöne çevirirsek, Mevlâna ve eserlerini çok iyi bir şekilde anlayabiliriz.

 

Hz. Mevlâna'nın kurtuluş yol haritasında , bizi kesretten vahdete geçirecek biricik köprü “aşk” tır. Ancak bu aşk, Allah(c.c) sıfatlarını çok iyi idrak edebilen ve zatında yok olan bir aşktır. Bu yazımızda biz Hz. Mevlâna'nın aşka ait telakkilerini anlamaya çalışacağız.

 

Aşkın anatomisini Hz. Mevlâna'nın duygularıyla yaşamaya  çalışalım.

 

“Aşîk-i peydâst ez zârî-i dil,

 Nist bîmâri çü bîmâri-i dil.”

(“Aşıklık derdi kalbin inlemesinden bellidir. Hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir”)[4]

 

Hekimlikte, kan dolaşımını gerçekleştiren uzva kalp denir. Bunun Türkçesi yürektir. Tasavvuf ise maddi unsurları ortadan kaldıran bir tanımlama yaparak “gönül” kelimesini kalplerin  kalbi olarak kullanmaktadır. Burada söz konusu olan gönlün hasta olmasıdır. Eğer gönül hasta olursa bütün beden bunu hisseder.

 

“İllet-i âşık zi illethâ cüdast,

 Aşk üsturlâb-ı esrâr-ı hüdast”

(“Aşıkın derdi, diğer dertlerden ayrıdır. Aşk Hüda'nın sırlarını belli eden bir üsturlab ve vasıtadır.”)[5]

 

Üsturlab, yıldız ilmiyle uğraşanların(müneccim) zamanı tayin etmede kullandıkları alettir. Üsturlab ile nasıl ki tabiat sırları çözülüyor, aşkla da ilahi sırların çözülmesi mümkündür.

 

“Her çi guyem aşk râ şerh ü beyan,

 Çün bi ışk âyem hacil bâşem ezan.”

(“Aşkın şerhi için ne türlü beyanatta bulunsam, aşka gelince, yani aşkın tesirini hissedince söylediklerimden mahçup olurum.”)[6]

 

Aşk hiçbir zaman kal diliyle anlatılamayacaktır. O bir haldir, yaşamak gerekecektir. Aşk satırdan değil de, sadırdan(gönül) öğrenilecektir.

 

 

 

 

 

 

“Gerçi tefsir-i zeban rûşengerest,

  Lik ışki bî zeban ruşenterest”

(“Lisanın tefsir etmesi parlak olsa da, aşkın söylenilmemiş olması, sadece hissedilmesi daha parlaktır.”)[7]

 

Hz. Mevlâna aşkın tarif edilmeye çalışılmasına karşı değildir. Ancak o kelimelerin mananın elbiseleri olabileceğini söylüyor. Hiçbir zaman mananın kendisinin olamayacağını söylüyor. Bu yüzden aşkı tarif etmek mümkün değildir.

 

Hz. Mevlana'ya “Aşk nedir?” diye sorulduğunda, “Ben ol da bil.” Cevabını vermiştir.

 

“Çün kalem ender nüvişten mişitaft,

 Çün bi ışk âmed kalem ber hod şikaft”

(“Kalem ki çarçabuk yazıp gidiyordu, aşkın tefsiri bahsine gelince tahammül edemeyerek yarıldı.”)[8]

 

“Akl der serhoş çü har der gil bi hüft,

 Şerh-i ışk ü âşıki hem ışk güft.”

(“Akıl aşkın şerhinde çamura batmış merkeb gibi aciz kaldı. Aşkın da aşıklığın da şerhini yine aşk söyledi.”)[9]

 

Gerçekten de aklın aşk bahsinde yapabileceği hiçbir şey yoktur. Fuzuli “Ben aklımdan istiyorum del âlet / O bana gösteriyor dalâlet.” Diyerek aklın delalet  yerine dalâlet gösterdiğini ifade ediyor. Aslında insan-i kamil olabilmenin yolu, hissiyatımızın elini aklımıza, aklımızın eline de vahye uzatmakla mümkün olabilmektedir.

 

İnsan sevgi ve aşk yoluyla kendi özündeki güzelliğe doğru yol alır. Hamlıktan olgunluğa geçer. Gerçek olan şey Hak'kın kendisidir. İnsan kendini bularak / bilerek muhabbetten aşka kanat çırpar. Kendini görmeye başlayan insan ilahi mesajı da almaya başlar.