Bazı insanlar vardır ki, daha konuşmadan bile insana güven verir. Oturmasıyla, kalkmasıyla, bakışıyla, kelimeleri seçişiyle, gönül diliyle fark edilirler. Onlar hakkında eskiler, "Kumaşı güzel" derdi. Bu tabir; görünenden ziyade derinlerde yatan, insana aileden, kökten, fıtrattan ve terbiyeden miras kalan hasletleri işaret eder.
Güzel üslup, iyi terbiye, nezaket, saygı ve akıl gibi… Onlar, haya, iffet nezaket, merhamet sahibiderler. İslâm ahlakının temelini oluşturan bu kavramlar, sadece toplumsal bir beğeni ölçüsü değil, aynı zamanda Kur’ân ve sünnetle temellendirilmiş yüksek bir karakter modelidir. Kur’ân-ı Kerîm’de Yüce Allah; “Kullarıma söyle, en güzel olanı konuşsunlar.” (İsrâ, 53) buyurmaktadır. Bu ayet, üslubun sadece bir iletişim biçimi değil, bir müminin kimlik kartı olduğunu gösterir.
Peygamber Efendimiz (sav), insan ilişkilerinde; üsluba, saygıya ve nezakete büyük önem vermiştir. O, hiçbir zaman kaba ve kırıcı olmamış, Ashâbına da hep güzel söz söylemeyi ve gönül almayı öğretmiştir. Hz. Aişe (r.anhâ); “Resûlullah, insanların en güzel ahlaklısıydı. Asla kaba söz söylemez, kimseyi kırmazdı.” (Buhârî) bilgisini paylaşmıştır.
İyi terbiye, sadece dış görünüşe değil, iç dünyaya da yansır. “Kumaşı güzel insan” bu anlamda; edebiyle, ahlâkıyla, duruşuyla, hayasıyla örneklik teşkil eder. Böyle insanlar, bulundukları her ortamda bir denge unsuru, bir sükûnet kaynağı, bir güven teminatı olurlar. Günümüzde saygı ve nezaketin zayıfladığı, konuşma üslubunun kabalaştığı, iletişimin yaralayıcı bir hale geldiği çağımızda; “kumaşı güzel” insanlara her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Çünkü onlar; sadece sözleriyle değil, varlıklarıyla huzur verirler. Kalabalıklar içinde sükûtu, karmaşa içinde dengeyi temsil ederler.
Kumaşı güzel insan; içi dışı bir, özü sözü düzgün, hakka ve halka saygılı, terbiyeyi sadece bir gelenek değil, bir iman meselesi sayan insandır. Bu insanlar, toplumun bereketidir. Onlar varsa umut vardır. Çünkü karakteri güzel olanın dokunduğu her şey güzelleşir. Efendimiz’in (sav) ifadesiyle;
“Sizin en hayırlınız, ahlakı en güzel olanınızdır.” (Buhârî)
Kumaşı güzel insanın en önemli vasfı; hâyâ sahibi olmasıdır. İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel duygulardan biri hayâdır. Hayâ, sadece yüz kızarması değil; kalbin titremesi, vicdanın haykırması, kişinin kendisini murakabe altında tutmasıdır. Hayâ, imanın bir parçasıdır. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur; “İman yetmiş küsur şubedir. En üstünü ‘Lâ ilâhe illallah’ demek, en aşağı derecesi ise yolda rahatsızlık veren bir şeyi kaldırmaktır. Haya da imandandır.” (Buhârî) Bu hadis, utanma duygusunun yalnızca bir ahlâk kuralı değil, bir iman göstergesi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Kumaşı güzel insan olmak da böyle bir şeydir.
Toplumda hayasızlık arttıkça, edep ve iman gölgelenmeye başlar. Bugün ekranlarda, sokaklarda, iş hayatında utanma duygusunun yerini arsızlık, yüzsüzlük ve duyarsızlık almıştır. Peygamberimiz; "Utanmazsan dilediğini yap!" (Buhârî) buyurarak, utanmanın kötülüğü önleyen kalkan olduğunu bildirmiştir. Bu, utanma duygusunu kaybeden insanın artık hiçbir sınır tanımayacağını bildiren Peygamber beyanıdır. Utanmayan insan, kumaşı kirli olandır. Satanı da, alanı da kirletendir.
Sahabe; “Resûlullah (s.a.v.), insanların en hayâlısı idi. Bir şeyi hoş karşılamadığında yüzünden anlardık.” buyururlardı. Efendimiz, utanma duygusunu sözle değil hal ile yaşatan bir önderdir. Hayâ, sadece bir meziyet değildir. Erkek için de, kadın için de hayânın yeri büyüktür. İmam Gazâlî buyurur ki; "Hayâ, kalbin ışığıdır. Bu ışık sönerse insan, karanlıkta yönünü şaşırır." Hayâ; güçlü olmanın, kendini sınırlayabilmenin ve Allah’a karşı daima saygılı yaşamanın adıdır. Hayâ, bir duruş; utanmazlık ise düşüştür. Haya; kumaşı güzel insanı oluşturur, hayasızlık da; kirli insan üretir.