İnsan ilişkilerinde en tehlikeli rollerden biri “kurtarıcı rolü”dür. Birini iyileştirme, ayağa kaldırma, ona güç verme çabası; yanlış tercih edilmiş bir yoldur. Bu süreç; görünürde sevgi doludur ama çoğu zaman kişisel yıpranmayla, duygusal tükenmişlikle sonuçlanır. Yara bandı, yaranın kapanması içindir, yara iyileşince, o bant sökülür ve bir kenara atılır. Birini karanlıktan çıkarırsınız; ışığı görünce gözleri kamaşır, size değil ışığa bakar. Hatta bazen, o ışığa ulaşmasına yardım eden eli bile görmezden gelir. Bu yüzden denmiştir ki; “Körün gözü açıldığında kırdığı ilk şey bastonudur.” Baston, bir zamanlar hayat kaynağıydı ama artık ona eski hâlini hatırlatır.
İnsanlar, kendilerine zayıf zamanlarını hatırlatan şeylerden kaçma eğilimindedir. Kurtarıcı değil, yol gösterici olmak önemlidir. Birini kurtarmak, onun yerine yük taşımaktır. Oysa yol göstermek, yükü nasıl taşıyacağını öğretmektir. Aradaki fark büyüktür. Kurtarıcı; başkası için yaşar, yol gösterici; başkasının yaşamasına vesile olur. Biri bağımlılık oluşturur, diğeri özgürlük kazandırır. İslâm ahlâkı da bu dengeyi öğütler. Kur’ân, yardımlaşmayı emreder ama aynı zamanda kişinin kendi ayakları üzerinde durmasını da teşvik eder; “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 53/39) Birine yardım ederken, onu tembelliğe değil gayrete yönlendirmek gerekir. Çünkü sürekli sırtladığınız insan, sonunda sizin sırtınıza alışır. Siz olmadan yürüyemez hâle gelir. İşte o an, siz yardım etmiyorsunuzdur artık; bir tür duygusal köleliğe dönüşmüştür bu bağ.
Zayıflık hatırlatıcısı olmayın. Birine zor zamanında destek olursunuz; o kişi güçlenince sizden uzaklaşır. Bu vefasızlık değildir her zaman. Bazen sadece psikolojiktir, size baktığında kendi düşüşünü hatırlar. Sizin varlığınız, onun acı döneminin aynası olur. Bu yüzden sizden kaçar. Bu noktada, alınmak yerine anlamak gerekir. Çünkü herkes, geçmişin acısını hatırlatan aynalardan uzak durmak ister. Sevgiyle ama mesafeyle destek olmak lazımdır. Sevgi, sahip olmak değil; iyiliği, mesafeyle koruyabilmektir. Kimi zaman bir adım geride durmak, en büyük iyiliktir. İyilik, bağımlılık oluşturmadığı sürece değerlidir. Aksi hâlde, siz yara bandı olursunuz; geçici bir iyileşme sağlarsınız ama kalıcı bir şifa veremezsiniz. Hz. Mevlânâ şöyle der;
“Sen birinin gönül yarasına merhem olacaksan, önce kendi yüreğindeki sızıyı tanı.” Çünkü başkasını iyileştirmek, kendini tanımaktan geçer. Kendini bilmeyen, başkasının yarasına da doğru ilaç veremez. Her iyilik, hikmetle yapılmalıdır. İyilik, sınır bilmeyince zarara dönüşür. “Kimseden bir şey beklemeden iyilik yap” sözü doğrudur ama bu, herkese ve her şekilde iyilik yap anlamına gelmez. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur ki; “Kuvvetli mü’min, zayıf mü’minden hayırlıdır; ama her ikisinde de hayır vardır.” (Müslim) Demek ki ideal olan, karşıdakini güçlendirmektir ama onun yükünü ebediyen taşımak değildir. Birinin bastonu olabilirsiniz; ama unutmayın, gözleri açıldığında o bastonu kıracaktır. Siz, kırılmamak için değil baston olmayı bilmek, zamanı geldiğinde çekilmesini öğrenmek için yaşayın. Çünkü gerçek iyilik, bırakmayı da bilmektir.
İyilik yapmak, insanın yaratılışındaki en derin erdemlerden biridir. Ancak, her fazilet gibi iyilik de ölçüsüz kaldığında zarar verebilir. Çünkü bazen insan, “iyilik” adı altında kendini tüketir, başkasının yükünü kendi sırtına alır, sonunda hem incinir hem de kırılır. Bu kırıklığın adı ise çoğu zaman hayal kırıklığıdır. Atalarımız, “İyiliği yap denize at, mahluk bilmezse Halık bilir” diyerek iyiliğin karşılık beklemeden yapılması gerektiğini öğütlemişlerdir. Fakat öte yandan, “Besle kargayı, oysun gözünü” sözüyle de tecrübelerin acı yönünü hatırlatmışlardır. Bu iki söz, aslında iyilikte dengeyi anlatır. Ne menfaat bekleyerek yapılan bir iyilik, ne de körü körüne yapılan bir fedakârlık erdemlidir. Kimi insanlar, iyi olmayı sürekli vermek, her isteğe koşmak, her yarayı sarmak sanırlar. Oysa bu tutum zamanla kişiyi tükenmişliğe sürükler.
İyiliğin sınırları, akıl ve adalet terazisiyle ölçülmelidir. Her “yardım” iyilik değildir; bazen birine sürekli yardım etmek, onun iradesini köreltmek, kişiliğini zayıflatmaktır. Hz. Ali (r.a.) buyurur ki; “Birine haddinden fazla iyilik edersen, ya nankör olur ya da düşmanın.” Gerçek iyilik; karşındakinin elini tutmak değil, ayağa kalkmasını öğretmektir. Sürekli yara bandı olmak, hem başkasını sorumsuzlaştırır hem de iyilik yapanın ruhunu yorar. Çünkü bazen en büyük iyilik, geri çekilip Allah’a havale etmektir. İyilik; ne tamamen karşılıksız bir saflık, ne de tamamen temkinli bir mesafedir, denge ister. İyilikte ölçüyü koruyan insan hem başkasına ışık olur hem de kendi iç huzurunu kaybetmez. Zira ölçüsüz iyilik, bir noktadan sonra hem iyiliği hem iyilik edeni yıpratır. Yara bandı olmadan tedavi ediniz. İstismar etmeye fırsat vermeyecek kadar iyilik yapınız. Elinden tutmayla, başkasına el olmayı karıştırmayınız. Hayal kırıklığı yaşamamak için, iyilik yaparken dengeyi kaçırmayınız. Öyle hayal kırıklığı yaşarsınız ki, bir daha hak edene de yardımcı olamazsınız.