KAR MESNEVİSİ

Ahmet Ufuk Erkan

                                                KAR MESNEVİSİ

 

Hiç bir tanesi, diğerine benzemez; hem eriyendir, hem de çığ olup düşebilen. Kar tanesi bir dosttur, nefes bile almazsın, aman erimesin.

 

Uyu da kış uykusunda, karlar içinde biri, seni sana uyansın.

 

Yüzüne bak ki, kar yansımasıdır. Yağmış tüm karların kalanı... Eksik artık, bölük pörçük ne varsa, kapatmıştır. Kar, ayıp örtendir. Kar, eski suretleri örtendir. Yaratılmış ne varsa...

 

Buzdan bir yorgan gibi örter. Örtersin… Üstümü başımı, ateşe kesilmiş ve adına kalp dediğim bu paramparça paçavrayı. Şehrin meydanında, alnının orta yeri kadar apaçık. Altı da bir işte o zaman yerin, üstü de. Alt üst olacak diye korkmaz kişi. Aşk varsa, altı da bir üstü de.

 

Camekânlardan yansımıştır yüzün. Yüzsüz bir bakışla, yok, utanmazlık mânâsında değil, yüz olmayan bir yüzle, hatta göz bile olmayan bir çift gözle, kardan yüzüne… Yüz olmayan yüzle, göz olamamış bir gözle, bakmıştım sana. Kar tanesi kadar berrak, kar tanesi kadar karmaşık.

 

Uyurmuşum meğer bir kış uykusunda. Şimdi uyansam, sana mı uyanırım? Ruhumun dehlizleri buz kesmiş de ısınmış. Yepelek yağışlarla, üstüme başıma, ilk, hani o ilk bakışla, yağarak, lapa lapa, ya da seyreltik, belki de hayâli bir ruh aksi… Tamamlanmayacak bir cümlesin tam işte burda.

 

Ayağının ucunu göğsüme bas o halde. Pergel misâl, değiver bakalım. Sonra salınıver bakalım, âleme çevrilmiş ne’m varsa. Donat… Kuşat… Eprik ve de tamamlanmamış cümlelerime yağ. Buhurdandan çıkan buhar gibi…

 

Şimdi sen uyan kış uykundan. Üstü başı ıslanmış, mağarasında ıpıslakmış da kurulanmak istermiş gibi öyle işte, iki yanımıza sallanalım. Üstümüz başımız kurusun diye sallanıp duralım. Islak, kış uykucular gibi. Sallanıp iki yanımıza, kurulanalım. Sudan çıkmış köpekler gibi diyeceğim ya, dilim varmıyor. Silkelenelim, aynı denizde yüzmüş gibi. Ipıslak…

 

Esrik cümleler midir bunlar, yoksa esriklik sen misin? Bu koyukta iki sersem miyiz? Yoksa ben, seni sana uyuyan bir sersem miyim?

 

Serseri ve sersefil, sen de el at bana şimdi, uyumuş da uyanmış olalım birbirimize. Kışlık uykulardan uyanan, yaza mı uyanır? Yorulma, ben seni sana uyanayım.

 

Mıhlanmış, kar tanesi yüzüne, o apak… Öylece çarpılmış, o yüzde uyumuş… Dalıp gitmişim asırlar geçmiş, uykum kış olmuş. Uyandır beni uykumdan. Ya da uyandırma, asıl derdim bu, uyandırma ki uyuyayım kardan yüzünde.

 

Harmanlanan kar yığını,  altını üstüne getirir kendinin. Kendini alt üst eder. Üstümü yüzünle, kardan yüzünde örten aşk ki ne tarif bilir ne de tarihi belli, dedirtir, altı da bir üstü de eğer hayatın alt üstse…

 

Alt üstü hayatımın. Sâkince bekle. İçinin en içinde, bir çığ sakla, üstümüze yağacak… Sonra sars beni, çığınla. Dokunup uyandır kış uykumdan beni sana.

 

Sonra ben, bunca alışkın bembeyazlığına, seni sana uyandırayım, uyuduğun uykudan.

 

Başa döndürelim cümleyi. Cümlemiz en başa dönelim. Hiçbir tanesi diğerine benzemez, üstümüze yağanın. Elbet gözümüze yağdın ilk, o da ayrı hikâye.

 

Göz kamaştıran beyazlıkta bir meydanda, çıkmış ol karşıma. Sual et, ne varsa aklında. Aklındaki cevapları vereyim sana. O apak meydan, mîzânımız olsun. Sorgu, sual… Ateşe atılacaksam, bir kar tanesi ol, üstüme düşünce eriyen. Ya da düş de üstüme –düşte- buz et beni.

 

Asıl ben, aşk otağına düşen kar tanesi olmalıydım. Dokunur dokunmaz eriyen, âteşin bir aşkın ateşiyle, düşünce eriyen…

 

Ey kimseye benzemeyen, kendince târifi olan tâne. Düş de üstümüze, uyandır bizi, sana uyuduğumuz uykudan. 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.