İNANDIĞIM DAVA VE DİN BU OLAMAZ

Adnan Bahadır

Her insanın inandığı bir davası, bir dünya görüşü, bir ideali ve dini vardır. Dini olmayan ateistler de var ama onları geçelim. Demokratik toplumlarda da herkesin siyasi düşüncesi vardır. Dünya kurulduğu günden bu güne kadar her topluma bir peygamber veya nebi gönderilmiş, Yüce Kitabımızda “Vema künna muazzibine hatta nebğase resüla” yani ‘’Resül göndermediğimiz topluma azap etmeyiz.’’ buyrulmaktadır. Hatta aynı dönemde yaşamış birden çok nebiler vardır. Bildiğiniz gibi resül kitap verilen peygamberlere denir, nebi kendisinden önceki peygamberlerin kitapları ile tebliğ yapan Allah’ın elçileri yani peygamberleridir. Din kutsal kitapların emir ve nehiylerini uygulama yoludur, dava ise insanların inandıkları siyasi görüş, inandıkları manevi ve kutsal değerler veya törelere inanma veya uygulama biçimidir. Örneğin bir dönem solcuların kullandığı sloganlardan bazıları, ‘’Emeğe saygı, yaşasın işçilerin direnişi, yaşasın devrim’’  iken milliyetçilerin kullandığı sloganlar, ‘’Tanrı dağı kadar Türk Hira dağı kadar müslüman, Türkün kardeşi Türktür, yasaşın Asena’’ gibi sloganlardı. Milli görüşçülerin temel sloganları ise ‘’İ’la’yi kelimetullahı yeryüzüne hâkim kılmak, yaşasın şeriat, şeriat gelecek vahşet bitecek’’ gibi sloganlardı. Bu söylemlere inanan insanlara da dava adamı denilmekteydi. Bunların dışında da farklı davalara inanan farklı dünya görüşleri olduğu muhakkak ancak bizim konumuz bunlar değil.

Of’ta iki yıl görev yaptıktan sonra imamlıktan istifa ettiğim zaman bana neden istifa ettiğimi soran bazı insanlara sadece imamlıktan istifa etmedim sizin dininizden de istifa ettim, sizin inandığınız Allah’a değil Kuran’daki Allah’a iman ettim demiştim. Bu ifade o zamanlar bazılarına göre çok ağır, hatta vasat müslümanlar için dinsizlik noktasında bir ifadeydi ama benim isyanım müslüman görünümlü münafıklara, güce, paraya ve makama tapanlara olduğundan bu ifadeleri rahatlıkla kullanmaktaydım. Aradan geçen kırk yıla yakın bir süreçte gelinen noktaya baktığımda o gün ne kadar haklı olduğumu bir kez daha anlamış oldum. Yirmi yaşında bir gencin o günkü isyanı dine veya davaya değil, dine inandığını söyleyen ve dava adamı olduğunu iddia eden kişilereydi. O gün bırakın güce tapan düzenin adamlarını, dava adamı diye tanıdığım değer verdiğim hatta ve hatta idolüm olan insanların bugün geldikleri noktayı görünce dava dediğimiz şeyin fakirlik edebiyatından öteye geçmediğini görmenin üzüntüsünü yaşıyorum.

O gün fakir olan mücahitlerin evlatları, torunları veya eğittikleri adamlar bugün ya siyasette belli mevkilerde ya iş hayatında belli noktalarda ya da bürokraside iyi makamlarda ve mevkilerde oturmaktalar. Bu makamlarda ve mevkilerde oturmalarından en ufak bir rahatsızlığım olmadığı gibi aksine memnun olduğumun altını çizmek isterim. Ancak dava adamı olarak geldikleri makamlardan düzenin adamı olarak gidecek olmaları fevkalade üzücü bir durum. Diyeceksiniz ki ne demek istiyorsun, düzenin adamı da ne demek? İzin verin açıklayayım. Siyasete girip belli bir makama gelenlerin pek çoğu ya ellerindeki yetkiyi kullanıp arka planda malı götürdü ya da aile, eş, dost akrabasını işe yerleştirip fakir fukarayı, garip gurebayı gözetmedi. Bürokraside görev alanlar daha yukarı nasıl çıkarız mücadelesi verirken kendilerinden aşağıda olanları ezip geçmekle kalmadılar, insanların manevi dünyasını da yıkıp viran ettiler. İş hayatına girenlerin bir kısmı daha önce haram dedikleri her şeyi günün şartlarının gereği olarak kabullenip ekonomik bakımdan güçlenmek adına her şeyi yaptılar. Bu yapılanlara baktığımda ne dinimin ne de davamın bu olmadığını görüp keşke müslümanlar iktidara gelmeselerdi de bir nesli kaybetmeseydik demekten kendimi alamıyorum.

Yüzde yirmi rüşvetin mübah olduğuna inanan, fakir fukara, garip gureba KPSS sınavlarına hazırlanmak için perişan olurken yakınlarını ellerindeki özel imkânlardan yararlanarak devlet memuru yapan, çalıştığı kuruma sokan, zar zor dönüşen esnaf kamu bankalarından düşük faizli kredi kullanamazken siyasi gücünü kullanıp her türlü krediyi kullananların inandığı davaya da dine de kitaba da ben inanmıyorum vesselam. Benim dinim de davam da bu olamaz. Benim inandığım din de dava da bunlara şiddetle karşı koyar, yapanların da her iki dünyada cezalandırılmasını emreder. Kırk yıllık siyasi ve manevi deneyimimden sonra geldiğim nokta budur. İsteyen kızar, isteyen kınar, isteyen de kabul eder ama maalesef yaşadıklarımdan, gördüklerimden ve öğrendiğim bazı gerçeklerden sonra geldiğim nokta budur. Siyasal İslam keşke iktidar olmasaydı da bir nesil mahvolmasaydı. Kendilerine örnek gösterecek idealist büyükleri olsaydı. Beni anlayan anladı, anlamak istemeyene de ne söylesek nafile diyerek sözlerime son veriyorum. Allah’a emanet olunuz.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.