İnsan hayatı boyunca kararlarıyla yol alır. Bu kararların dayanak noktaları ise kişiden kişiye değişir. Kimisi zekâsıyla hareket eder, kimisi duygularıyla, kimisi de aklıyla yol almaya çalışır. Fakat tek başına ne zekâ, ne duygu, ne de akıl insanı mutlak doğruya götürmeye yetmez. Çünkü her biri sınırlıdır ve yanılma payı vardır. İnsan için asıl belirleyici olan, bu unsurların merkezine yerleşen imandır. İman; aklı yanlış yollardan koruyan, zekâyı faydaya yönlendiren, duyguları ise insana ve topluma değer kazandıracak şekilde dengeleyen sermayedir.
Zeki insan; olaylara pratik çözümler bulur, kısa yoldan başarı sağlayabilir. Ancak zekânın sorunu, yaptığı işin doğru mu yanlış mı olduğunun muhasebesini yapamamasıdır. Bu nedenle tarihte pek çok büyük yıkım, zekâsını yanlış yönde kullanan insanlar eliyle gerçekleşmiştir. Nitekim Kur’an’da Firavun, Hâmân ve Karun gibi isimler zekâlarını ve imkânlarını zulme yatırarak helâk olmuşlardır. Zekâ, iman ile birleşmediğinde kibrin, hilenin ve menfaatin aracı hâline gelir.
Duygular ise inişli çıkışlıdır. Bazen büyük bir sevinç, bazen derin bir öfke kararları belirler. Böyle bir durumda verilen kararlar çoğu kez tesadüfen isabetli olabilir. Çünkü duygular aklın süzgecinden geçmediğinde istikrarsızdır. Uhud Savaşı’nda okçuların ganimet duygusuna kapılarak yerlerini terk etmeleri Müslümanlara ağır kayıp yaşatmıştır. Bu örnek; duyguların iman teslimiyetinin önüne geçtiğinde insanı nasıl yanıltabileceğini açıkça göstermektedir.
Akıl, insana doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği verir. Fakat aklın da sorunu, doğru kullanılmadığında şeytanın ve nefsin oyuncağı hâline gelmesidir. İmanla yönlendirilmeyen akıl, çoğu kez çıkarların ve dünyevî hesapların esiri olur. Oysa Kur’an’da “Aklını kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır” (Yunus 100) buyurularak, aklın rehbersiz kalması hâlinde insanı karanlığa sürükleyeceği ifade edilmiştir.
Buradan anlaşılıyor ki; zekânın keskinliği, duyguların coşkusu, aklın muhakemesi; iman ile birleşmedikçe insanı doğru hedefe götürmez. İman, bütün bu unsurları ilahî ölçülere bağlayarak hayata anlam ve istikamet kazandırır. İman; akla ölçü, zekâya yön, duyguya denge kazandırır. Hz. Ömer’in (r.a) adaleti, Hz. Ali’nin (r.a) ilmi, Hz. Ebubekir’in (r.a) sadakati hep imanla yoğrulmuş aklın, zekânın ve duyguların ürünüdür.
Bugün modern dünyada insanlar çoğu kez zekânın peşinden gitmekte, başarıyı sadece hızlı sonuç almakla ölçmektedir. Kimileri duygularının esiri olmakta, kimileri de aklı yalnız dünyevî çıkarlar için kullanmaktadır. Oysa bütün bu yollar, iman eksikliğinde çıkmaz sokaklara dönüşmektedir. İnsan için en güvenli merkez, iman ile desteklenen akıldır. Çünkü iman, insanın hem dünyasını hem de ahiretini mamur eden en büyük sermayedir.
İmansız akıl karanlıktır, imansız zekâ tehlikelidir, imansız duygu ise istikrarsızdır. İman ile yoğrulan bütün değerler insanı hem kendine, hem topluma, hem de Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle donatır. İşte gerçek huzur ve başarı da bu dengede saklıdır. İman; hayatın dengesini sağlar, yaşamın akışını belirler, huzuru oluşturur, mutlu yaşatır, ahiret sorgusunu kolaylaştırır, cehennemden uzaklaştırır, cenneti kazandırır.