İLİM ADAMI DURUŞU/2

M.Halistin Kukul

(Dünden devam)
 b) BAŞGİL , CELÂL BAYAR İSTİŞÂRESİ
       Başgil Hoca anlatıyor: "Sene 1946, Ocak ayı. Demokrat Parti henüz kurulmuş, programı neşredilmiştir. Bir gün, eski Avrupa tahsil arkadaşlarımdan, Baki Sedes ziyâretime geldi. (Sayın Bayar'ın Başvekilliğinde Hususî Kalem Müdürü) Senelerden beri görmediğim bu arkadaşın ansızın çıkagelmesine bir mânâ vermeye çalışırken, kendisi:
     - Gelişim sırf ziyâret için değil, bir de ifâ edilecek vazifem var. Celâl Beyefendi Ankara'dan telefon etti. Size selâmlar ve sevgiler yolladı. İki gün sonra İstanbul'a gelecek. Seninle görüşmek istediğini söyledi ve bir randevu ricâ etti.
      - Kendileri nerede emrederlerse, lütfen kendileri tâyin etsinler.
     - Kendileri Maçka Palas'da kızının evinde misâfir olurlar.
     - O hâlde ben kendilerini orada ziyâret ederim.    
      Randevu günü Maçka Palas'a gittim. Nilüfer Hanım'ın dâiresi merdiven başından itibâren kalabalık bir ziyâretçi grubu tarafından işgal edilmişti. Yukarıya çıktım. Celâl Bey'e haber verdiler. Derhal kabul etti. Yanındaki ziyâretçilerden nezâketle müsaade aldı. Başbaşa kaldık.  
     - Zahmet ettiniz. Görüşmek istememde iki maksadım var. Evvelâ, partimiz kuruldu. Memlekete hizmet yolunda beraber çalışmayı ricâ edeceğim. (Bu teklifi Bayar bundan sonraki bir iki görüşmemizde de tekrar etti.)
     - Efendim ben, üniversitede hoca kaldıkça, fikir istiklâlimi muhafaza etmek kararındayım. Tâ ki yarın iktidara geldiğiniz zaman müsaadenizle, sizleri de tenkit edebileyim. Bu hususta beni mâzur görünüz. 
       - Israr etmiyorum. İkinci maksadım, parti programını tabiî gördünüz. Program üzerindeki görüşlerinizden istifâde etmek isterim. Programımızı nasıl buldunuz?
     - Çok uzun ve teferruatlı buldum. Çok şey vadedilmiş. Bence parti programı mümkün olduğu kadar kısa ve açık kapılı olmalı, çok vaatten kaçınılmalıdır. Çünkü yarın iktidara gelindiği zaman, bunların yerine getirilmesi, haklı olarak, istenir. İşbaşındaki iktidar ise hal ve şartlara uymak zorunda kalır ve dediklerinin hepsini tahakkuk ettiremeyebilir. Bu ise kendisi için tenkit vesilesi olur.  
     - Mütalâanız doğrudur. Arkadaşlarla biz de bunu düşündük. Ancak karşımızdaki rakip partinin, bildiğiniz gibi programı çok tafsilâtlıdır...
     - Bir de efendim, Demokrat Parti programı,prensip bakımından, Halk Partisi'ninkiyle çok bir ayrılık göstermiyor...
      - Bu mütalâanız da doğrudur..." ( 5)  
   c) BAŞGİL , CELÂL BAYAR- ADNAN MENDERES - FATİN RÜŞTÜ ZORLU TARTIŞMASI
     Üçüncü  duruş'ta, karşısında yine Celâl Bayar vardır. Cumhurbaşkanı'dır ve yanında Başbakan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu da bulunmaktadır.
     Başgil Hoca anlatıyor:
     "27 Mayıs İhtilâlinde 26 Nisan 1960'ın ehemmiyeti vardır. Bu tarih, İstanbul ve Ankara Üniversiteleri hâdiselerine bir basamak teşkil eder. 27 Mayıs ise, tarihen bu hâdiselerden başlar."      (6)
      "Yirmi Yedi Nisan Çarşamba günü Halkçıların üniversite içindeki gençlik kolu elebaşıları harekete geçmiş, Üniversite bahçesinde gurup gurup toplanarak 28 Nisanın hazırlığını yapmıştır. 
        (...) 28 Nisan Perşembe günü dersimi vermek üzere, saat dokuzu geçe, Üniversiteye geldim. Binanın cümle kapısı dışında ve içinde üçer-beşer kişilik talebe gurupları ve koşuşmaları gördüm. Gençler şakalaşıyor sandım, ehemmiyet vermedim. Saat on'a doğru hâdiseler başladı.
     Başından sonuna kadar şahidi olduğum bu feci hâdiselerin hâtırasını bile unutmak istiyorum. Yalnız örtülü kalan bir iki noktada üstüne parmak basmakla iktifa edeceğim:
     - Saat on bire doğru, gençlik kitlesi, Üniversite binasının kule tarafı köşesinde bina ile kule arasındaki sahaya toplanmıştı. Yirmi beş,  otuz  kadar atlı polise emir verildi. Bunlar birden hücuma kalktılar ve kitle üzerine yürüdüler. Gençler polislere taş, toprak, ot, çimen ellerine ne geçtiyse savurdu. Atlar bu tür hizmetler için yetiştirilmemiş olacak ki ürküp şahlandılar. Dört polisin attan yuvarlandığını gördüm. Kıta geriye çekildi. Bunun üzerine askere marşmarş emri verildi. Önde subaylar, bir askerî birlik hızlı adımlarla yürüdü. Büyük bir fecaatin kopması bir an meselesi hâline geldi. Üst kat penceresinden manzarayı nefesim tutulurcasına heyecan içinde seyrediyordum. Askerle talebe arasında beş on adım aralık kaldı kalmadı, talebe: Yaşa Türk askeri! diye hep bir ağızdan haykırdı. Birlik birdenbire durdu. Bir an sonra subay, asker, talebe kucaklaşıyordu. Bunu görünce heyecanım son haddini buldu ve beni büyük bir endişe sardı."(7)
     Bu mevzû, bir başka kaynak eserinde şöyle dile getiriliyor: "Tarihî bakış açısından, 27 Mayıs olayları İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin ayaklanmasıyla başlar. Bu gösterilerin kökeninde ise, hiç şüphesiz, Demokrat Parti'ye düşmanlıklarıyla  bilinen bâzı profesörler tarafından 26 Nisan'da yapılan kışkırtıcı açıklamalar yer alır.
      O açıklamaların aslı ve niteliğiyle ilgili burada birkaç hatıramı nakledeyim.
     Bir salı günüydü. Dersimin sonunda Hukuk Fakültesi birinci sınıfı anfisinden çıkmış, odama gidiyordum, bir grup gazeteci çevremi sardı. Biraz sabırsızlıkla sordum:
     - Hayrola! Gene ne var?
     - Sizden, hükûmetin kurduğu  araştırma (tahkikat) komisyonu hakkında bir açıklama yapmanızı istirham ediyoruz.
       -Tehlikeli bir soru. Siyasî neteliğinden ötürü bu meseleye sizler biz profesörleri karıştırmasanız iyi edersiniz.
       -Meslektaşlarınızdan bazıları az önce bu konuyla ilgili görüşlerini açıkladılar. Biz sizin bu konudaki fikrinizi de okuyucularımıza aktarmak isterdik.
     -Tam olarak hangi hususta?
      - Bu komisyonun kurulması ve yetkilerinin alanı Anayasamıza aykırı değil mi?
     Kendilerine yazdırdığım demecin metni şöyleydi:
     " Söz konusu karar, Anayasamızın lâfzına da ruhuna da tamamiyle uygundur. Bununla beraber, o yetki kanunu henüz ne oylanmış ne de yayınlanmış olduğu için hukukî açıdan hakkında tavır almak şu an imkânsızdır.
      Bilindiği gibi, Anayasamızın metni meclis araştırmasından çok kısa bir şekilde bahseder. 22. madde, yolsuzlukla suçlanan bakanların sorumluluğunu ele alır ve ayrıntısı için Meclis iç tüzüğüne gönderme yapar.
       İç tüzük, 169. maddeden başlayarak, bakanlık sorumlulukları hakkındaki normal araştırma yöntemini açık açık belirtirler. 177. maddede üslûp değişir, genel ve kesin bir nitelik kazanır: "Şayet Meclis doğrudan (yâni yönetimin aracılığı olmadan) bilgi almak isterse, bir soruşturma komisyonu, vb. kurulmasına karar verir.
      Bu metin açıktır. Bu konuda Meclis'e geniş bir salâhiyet tanımaktadır. Meclis iç tüzüğünün kanun kuvvetinde olduğunu ve Anayasa ile birlikte v bütünlük oluşturduğunu da eklememiz gerekir.
     Hem zaten bu hüküm sadece bizim ülkemize özgü bir şey de değildir. Bütün demokratik devletlerde bulunur ve oralarda, bilhassa da Amerika Birleşik Devletleri'nde önemli bir rol oynar.
    Özetle, Meclis tarafından bir araştırma komisyonunun kurulmasında gayri meşru hiçbir yan yoktur. Meclis, siyasî partiler de dâhil olmak üzere özel veya tüzel kişiler hakkında araştırma yapma yetkisine sahiptir.
     Şimdi geriye  bu komisyona verilen yetkilerin alanının tam olarak bilmek kalıyor. Resmî açıklamaları bekleyelim. Ondan sonra bu konudaki görüşümüzü söyleriz. 
    Ertesi gün, 27 Nisan'da muhalefet gazeteleri, Hukuk Fakültesi koridorlarından bir gün önce  topladıkları bütün görüşleri manşetlerden verdiler. Benim görüşlerime ise yer verilmemişti. Sebebi çok açık bir ihmaldi bu, çünkü ben Meclis'in kararını uygun buluyordum, muhalefet ise Parlâmento'nun yetkisi içinde olan meselelerini destekleyen her fikri,  isterse bu kanunlara tas tamam uygun düşse bile, sistemli bir şekilde hasır altı ediyordu." (8)
    28 Nisan günü, hâdiseler büyümüş ve "Kahrolsun hükûmet! Menderes istifa!" sesleri yükselmeye başlanmıştı. Aynı gün, gösterilere katılmak isteyen  Turan Emeksiz adlı bir öğrenci, kastî olmayan bir polis kurşunuyla  ölmüştü. Durum, zamanın şartlarına göre vahimdi.
       Başgil, şöyle devam ediyor: 
     " Telefonda eski öğrencilerimden birinin, Millî Eğitim Bakanı Atıf Benderlioğlu'nun sesini duydum. Selâm sabahtan sonra, Başbakan'ın benimle görüşmek istediğini belirterek, sözü Menderes'e bıraktı:
     - Muhterem Hocam, uzun zamandır sizi arayamadığım için özür dilerim...Ne durumda olduğumu tahmin edersiniz...Sizin tavsiyelerinize her zamandan daha çok ihtiyacımız var. Eğer çok çok önemli bir işiniz yoksa bu akşam yola çıkıp Ankara'ya gelmenizi özellikle istirham ediyorum.
     - Hay hay, sayın  Başbakan'ın. Şimdiki hava şartlarına göre tek sıkıntı Boğaz'ı geçebilmek. Geçebilirsem, yarın kesinlikle Ankara'dayım.
       (...) Ertesi günü, öğleden sonra ikiyi doğru bana Çankaya'dan telefon edildi ve Cumhurbaşkanı'nın aynı gün saat yirmide akşam yemeğine gelmem için rica ettiği bildirildi. Saat ondokuz otuza doğru Benderlioğlu beni almaya geldi, birlikte Çankaya'ya gittik. Hemen kabul salona götürüldük. Orada Celâl Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fatin Rüştü Zorlu ile karşılaştık. Diğer çok sayıda bakanlar ve önemli kişiler de vardı. Ayakta, ateşli ateşli konuşuyorlardı. Bayar hoş geldiniz deyip hatır gönül sorduktan sonra bizleri yemek salonuna dâvet etti.
       Herkesin yerini almasının ardından oldukça uzun süren bir sessizlik oldu. Bir gün önceki ve o günkü hâdiselerden ötürü herkes yorgun ve hüzünlü görünüyordu. Sofranın en ucunda bulunan Benderlioğlu sohbeti başlattı:
        - Dün akşam Profesör Başgil bana şu son günlerde İstanbul'da yapılan gösterileri anlattı. Özellikle de, bana salı günü kendisinin görüşünden farklı görüşler ileri süren diğer profesörlerin ardından kendisinin gazetecilere yaptığı bu açıklamadan bahsetti. Oysa ertesi günü onun bu açıklaması gazetelerde yer almadı. Öneminden ötürü sizler bunu şüphesiz bilmek istersiniz. Sayın Başgil lütfen onu tekrar eder misiniz?
      Ve sahibimiz Cumhurbaşkanı da;
      - Rica ederim tekrarlayınız sayın profesör, dedi.
(Devamı yarın)

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.