İki değerli dostumun farklı düşünceleri

Adnan Bahadır

Pazar günleri sizleri sıkmadan, biraz ciddi, biraz şaka yollu, biraz da magazinsel yazılar yazmayı düşündüğümden bugünkü yazımı kabir azabı ile ilgili tartışmalara ayırmak istiyorum.

Öncelikle şunun bilinmesinde yarar görüyorum, Sayın Prof. Dr. Mehmet Okuyan 1978 yılından beri tanıdığım, çok değer verdiğim, sahasında otorite olmuş, İslami ilimleri hem medrese boyutunda, hem de üniversite boyutunda okuyup öğrenmiş; ehli sünnet çizgisinde problemi olmayan, gerek itikad açısından gerekse de amel açısından gereğini yerine getirmede hayli hassasiyeti olan; şöhrete makama sevdalanıp nefsine prim vermeyecek kadar vakarlı, aklını kiraya vermeyecek kadar onurlu, dünyadaki yaşamını ahretini mamur etmeye adamış, kendisini eleştirenlerden daha takvalı (ben hariç!..) bir ilim adamı olduğundan emin olduğum bir dostum.

Adem Alan ise 1982 yılında, görev yapmakta olduğum Of ilçesine Ziraat Teknisyeni olarak atandıktan sonra tanıdığım; gerek İslami malumat gerekse de tarih bilgisi açısından eşine ender rastlanan araştırmacı ve uygulayıcılığı ile herkesi hayrete düşüren; fedakar, vefakar, okumayı yazmayı seven değerli bir diğer dostumdur.

Doğduğu ilçe ve etrafındaki köylerde 400'den fazla öğrencinin eğitimini temin edebilmek için yaptığı fedakarlıkları çok iyi bilen biri olarak, ne kadar iyi niyetli biri olduğunu bildiğim değerli bir dostum.

Her iki arkadaşım da yaklaşık 25 yıldan fazladır, sürekli görüşüp sevdiğim dostlarım olduklarından aralarındaki fikir ayrılığına dair onlar hakkında yazacaklarım biraz duygusal olabilir.

Gelelim ikisinin arasındaki mevzuya... Prof. Dr. Mehmet Okuyan, kitabında kabir azabı olmadığını söylüyormuş. Adem Alan da bu konuya ilişkin yazısında kabir azabının olduğunu söylüyor.

Her iki arkadaşımın da haklı olduğunu düşünüyorum. Zira Mehmet Okuyan, Oflu olduğundan, Ofluların kabir azabından muaf olacaklarını düşünürsek, doğru söylüyor.

Adem Alan da Alaçamlı olduğundan muafiyet kapsamına girmediğinden, kabir azabı vardır, diyor; o da haklıdır.

Hiç unutmuyorum; merhum Numan Kama hoca efendiye Of müftüsü iken bir gün adamın biri gelip, "Hocam, Adem peygamberin kabri nerede?" diye sorunca, rahmetli; "Vallahi, o zaman müftü değil idim. Ne cenazesini yıkayıp üç beş kuruş para aldım, ne de kabrinde talkın verdim. Ama sana bunun cevabını verirsem sorduğum soruya cevap verebilecek misin? deyince, adam, "Sor hocam," dedi.

Hoca efendi de, "Bak evladım, rivayet olunur ki; Adem aleyhisselamın kabri, Serendip Adaları'ndadır. Ancak bu konuda net bir delil yok. Tamam mı adam, tamam." dedikten sonra adama dönüp; "Evladım, kaç yaşındasın." diye sordu. Adam; "Hocam, 40." cevabını verdi.

Hoca efendi, "Evladım bana gusül abdesti nasıl alınır tarif eder misin?" diye sorunca adam, eveleyip geveleyip doğru dürüst bir cevap veremedi.

Rahmetli hoca efendi; "Bak evladım, 40 yaşına geldin hala gusül abdesti almasını bilmiyorsun. Bir de kalkmış Adem peygamberin kabrini soruyorsun. Verdik cevabını şimdi imanın kemale erdi mi?" deyince adam, özür dileyip ayrıldı.

Bu konuda  ulemai muteehhirinden abdi aciz Adnani Ofi'nin kanaati acizanesini sual buyurur iseniz; henüz ahiret alemine gidip gelmedim. Gidip geldiğimde sizlere en doğrusunu söyleyeceğimden emin olabilirsiniz.

Bu konularda ilim erbabı söylemesi gerektiği kadarını söylüyor. Kabir azabı ile kıyamet günü arasında farklı bir hesap sorma olacağını düşünmüyorum. Yani sizin anlayacağınız her halükarda dünyada yaptıklarımızın hesabını vereceğiz, ama kabirde, ama mahşerde.
Neticede Yüce Kitap, ta zerre kadar iyilik yapan da kötülük yapan da hesabını verecek buyurmuyor mu? Allah  hesabını verenlerden eylesin.

İyi tatiller.                             

 

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.