Huzur ve mutluluk; insanoğlunun yaratılışından bu yana aradığı en temel iki duygudur. Huzur; insanın iç dünyasında yaşadığı sükûnet ve denge hâlidir. Mutluluk ise; bu huzurun dışa yansıyan, hissedilen tatmin ve sevgi hâlidir. Huzursuz bir kalpte; mutluluk barınamaz, sevgisiz bir hayatta ise; huzur kalıcı olamaz. Bu iki kavram, bir elmanın iki yarısı gibidir; biri olmadan diğeri eksik kalır.
Aile, huzur ve mutluluğun ilk durağıdır. Kur’an, evliliği bir “sükûn” vesilesi olarak tanıtarak; "Kendileriyle huzura kavuşmanız için size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve merhamet koyması da O'nun varlığının delillerindendir."(Rum, 30/21) hatırlatmasını yapar. Bu ayet, evlilikteki temel duyguların sevgi (meveddet) ve merhamet (rahmet) olduğunu bildirir.
Sorunsuz bir evlilik; yalnızca kavgasız bir ortam değil, gönüllerin birbirini anlayıp desteklediği, hak ve sorumlulukların adaletle paylaşıldığı bir birlikteliktir. Hz. Peygamber (sav), eşlerine karşı her zaman nazik, anlayışlı ve sevgi dolu bir yaklaşım sergilemiştir. Hz. Âişe validemiz, Peygamberimizin ev işlerine yardım ettiğini, eşlerine şefkatle yaklaştığını, onları dinlediğini ve gönüllerini hoş tuttuğunu rivayet etmiştir. Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın birbirine olan saygı ve sevgisi, ailede huzur ve mutluluğun en güzel örneklerindendir. Ailede huzur varsa; çocuklar güvenle büyür, eşler hayatın yükünü birlikte omuzlar. Mutlu bir evde yetişen birey, topluma da huzur taşır. Ne yazık ki günümüzde birçok ailede iletişimsizlik, anlayışsızlık ve empati eksikliği; huzuru zedeler hâle gelmiştir.
Bireyden aileye, aileden topluma yayılan huzur; bir milletin temel direğidir. Huzurun toplumda hâkim olması için; bireylerin birbirine karşı adil, dürüst ve merhametli olması gerekir. Peygamber Efendimiz, toplum huzurunu tesis etmek adına Medine'de Yahudilerle yaptığı antlaşmadan, fakirlerle ilgilenmeye, kölelerin haklarını savunmaktan kadınların statüsünü yükseltmeye kadar birçok devrim niteliğinde adım atmıştır. Toplumda huzurun devamlılığı için; adalet, empati ve hoşgörülü olmak şarttır.
Zulmün hâkim olduğu bir yerde huzur olmaz. Allah (cc) Kur’an’da şöyle buyurmaktadır; "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun..." (Maide, 5/8) Sahabe arasında yaşanan pek çok olayda empati ve kardeşlik dikkat çeker. Ensar’ın, hicret eden Muhacirleri kendi evlerine, mallarına ortak etmeleri bunun en güzel örneğidir. Hz. Peygamber, kendisine eziyet edenleri affetmiş, "Kin tutmayın, küs kalmayın" diyerek Müslümanlar arasında barış ve anlayışı teşvik etmiştir.
Huzur ve mutluluğun zıddı olan çatışma, kin, kıskançlık, nankörlük gibi hastalıklar; hem bireyin iç dünyasını zehirler hem de aile ve toplumu bozar. İslam bu tür duyguları kalpte taşımayı bile yasaklamış, Yüce Allah; "Müminler ancak kardeştir..." (Hucurat, 49/10) buyurarak kardeşliği emretmiştir. Kalpteki kin, dildeki fitne, davranışlardaki çıkarcılık; huzuru kökünden sarsar. Toplumu ayakta tutan en önemli bağlardan biri olan güven zedelenirse, mutluluk da parçalanır.
Kalbinde Allah’a teslimiyet olan kişi, hayatın çalkantılarında sarsılmaz. Dünya menfaatini amaç edinmeyen, kalbine kin ve nefret sokmayan, sevgiyi ve şefkati kuşanan her birey; ailede ve toplumda huzur ve mutluluk kaynağı olur. "Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil; gönül zenginliğidir. Müminin işi hayret vericidir! Zira onun her işi hayırdır.” buyuran Peygamberimiz; huzur ve mutluluğun şifresini sunmuştur. Birey ve toplum olarak huzur ve mutluluğun reçetesi; İslâm’ın ahlaki ilkelerine ve Peygamberimizin örnek hayatına sadakatle bağlanmakta gizlidir.