Haydi hocalar, sınava...

Neval Sultan

        OMÜ'de gerginlik başladı. Yüzler asık, bedenler panikte... Koşturmacalar, fotokopiler...
Havaya elektrik akımı verilmiş gibi...
Yok yok... Sandığınız gibi değil. Rektörlük seçimleriyle öğrencinin ilgisi yok. O bizimilgi alanımız...
      Çok basit bir sebebi var bu gerginliğin; "Sınavlar"
Evet, OMÜ'de final sınavları başladı. Gerginliğin sebebi bu...
Öğrenciler telaş içerisinde o aniden bu anfiye koşturup duruyorlar...

    "Bütün bir dönemde ne öğrendiniz bir görelim?" diyen hocalarının bu taleplerini yerine getirmekle meşguller... 

    Öğrenmemiş olan bir dönem sonraya kalıyor. Sene uzatıyor yani... 

    Onun için herkes, gecesini gündüzüne katıyor ve birşeyler öğrenmeye çalışıyor...

    Sınavda öğrenci için her şey mübah tabi... (Ama kesinlikle doğru değil) Bazıları da bilgi hırsızlığına, yani 'kopya'ya yöneliyor sınıfı geçmek için...

    Bir hoca olarak ne derseniz deyin, ne yaptırım getirirseniz getirin "kopya" sorununa çözüm bulamıyorsunuz.

    Siz defterleri, notları kaldırıyorsunuz onlar küçücük kağıtlar çıkarıyor bir yerlerinden...

    Siz 'konuşmayın' diyorsunuz onlar 'vantrolog'luğu keşfediyor.

    "Öyleyse" diyorum, "temelde bir hata var."
    Temel hataları düşündüğümde, ortaya "eğitim sorunları" diye bir kitap çıkacağını görüp, bunu doçentliğime bırakıyorum...

    Ve aklıma gelen ilk çözümü yazıyorum:
    Bu kopya meselesinin çözümü için sistemde ufak bir değişiklik yapsak?..

    Mesela sınavlar, öğrencilerin ne öğrendiğini ölçmeyi hedeflemese?..
Bunun yerine amaç "hocanın neyi, nasıl, ne kadar öğretebildiğini ölçmek" olsa...

    Nasıl olur? 

    Yani öğrencinin girdiği sınavdan hocalar da not alsa?

    Örneğin hoca, üniversite anfisine gelse. Çıksa öğrencilerinin karşısına. 200 öğrencisi olsa. Ve hepsi özel seçme sınavıyla gelmiş, beyinleri üç aşağı beş yukarı verilen dersi anlamaya uygun görülmüş olsa. Ama sosyal konum ve durum itibariyle hepsinin birbirinden farklıları bulunsa... 

    Hoca anlatsa, anlatsa ve bir ara "bakalım ne öğrendiniz?" yerine; "Bakalım size ne öğretebildim?" dese. Ve öğrencileri sınava alsa...

    Öğrenci hiç strese girmeden, panik yaşamadan, dürüstçe "işte bunları öğrettiniz" diye kağıtlara yazsa...

     Hoca bunları topladığında, kendi durumunu görse... Bu 200 kişiden 100'ü anlattıklarının yarısından fazlasını anlamamış ve ancak 50 alabilecek yanıtlar vermiş olsa...

    Ve sonra hoca, bunlardan bir çan eğrisi yapsa ve tüm çabalarına, öğretme isteğine rağmen sadece 50 almış olduğunu ve hocalığı geçemediğini, başarısız olduğunu görse... 

    Ne yapardı dersiniz? 

    Evet, daha fazla çalışırdı 'geçmek için...'

    Toplardı "öğretemediği" 100 öğrencisini ve "niye anlamadınız" değil, "nasıl anlatırsam anlarsınız" diye sorardı. Üzerine kafa yorar, gecesini gündüzüne katar ve eğitimin amaçladığı "öğretmek" kavramını gerçekleştirmiş olurdu... 

    Sonuçta öğrenci kopyaya ihtiyaç duymaz ve üniversiteden "bilen" olarak mezun olabilirdi.

    Toplumda belki hala "diplomalı işsiz" olarak vasıflandırılsa da hiç değilse "diplomalı cahil" denmezdi kendisine...

    Böyle bir sistemde de, gerginliği ve paniği, her sınav öncesi asıl yaşaması gerekenler, yani "hocalar" yaşardı...

    Bir dakika yaa!.. 
    Ben neler söylüyorum böyle!
    Ben öğrenci değilim ki...
    Hocayım!..
    Kendi bindiğim dalı kesiyor, eğitime öğrenci merkezli yaklaşıyorum!..

    En iyisi olayı daha fazla abartmayayım...

- "Arkadaşım, önüne bak!"
- "Hey, sen, fısırdama!"
- "Önüne dööön!"
- "Ver o kağıtları bakiim!"
- "Silin çabuk sıraların üzerini!"...



İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.