İnsanoğlunun iç dünyası duygular anaromasıyla mücehhezdir. Duygularımız kış uykusuna yatmış bekliyor. Dış dünyada vaki olan olaylar bizim duygularımızı harekete geçirir. Harekete geçen duygular bize yaptırım uygulatır. Duygularımız pek çok kere normalin üzerine çıkabilir. Normal boyutun dışına çıkan duygular menfi de olsa müspet de olsa zararlıdır. Duygularımızı akılla kontrol altına alabilir, makul seviyeye çekebiliriz. Onun için diyorum ki; duygular aklın önüne değil, arkasından gelmelidir. Aksi durumda hakikatten uzaklaşma olur.
Akıl en büyük ni'mettir. Samsun'un en büyük gıda toptancılarından Muhammet Karadeniz, bir gün birebir mekânında sohbet ederken, bir mevzu üzerine " En büyük ni'met nedir Mustafa Hoca?" diye sordu. Sorunun cevabını düşünürken "akıldır" dedi ve ekledi. "İnsanda akıl olmasa idi malın ve bunca varlığın kıymeti olur muydu, elbette olmazdı" dedi. Hakikaden akıl denen ni'met bizde olmasaydı diğer varlıklardan ne farkımız olurdu. Akıl sayesinde varlıklar değer bulur. Gerçi her canlı hayatını idame edecek kadar akla sahiptir. Kimisi bu durumu "iç güdü" olarak nitelendiriyor.
Akıl sadece duyguları kontrol etmiyor, aynı zamanda zekayı da kontrol ediyor. Kontrol edilmeyen zekâ tehlikelidir, kontrol edilmeyen duygular da tehlikelidir. Zekâ teknolojiyi keşfediyor, akıl ve ahlâk olmayınca dünya cehenneme dönüyor. Bizim en belirgin duygularımızdan birisi de hırstır. Konumuzu Prof. Dr. Bülent Yılmaz'ın açıklamaları ile konuyu biraz irdeleyelim dedim. Bülent Yılmaz anlatıyor:
Hiç unutmam; tam bir “Anadolu kadını” diyebileceğim arkadaşım, kendisini çok üzen bir durumun nedenini şöyle açıklamıştı: “Onun hırsı, aklının önüne geçmiş!”
Şöyle bir misalle anlatalım: Hani; “Huzursuzluk” romanında o çok bilinen ve paylaşılan konuşmayı bilirsiniz. Şöyle der bilge: “HARESE" nedir bilir misin oğlum? Bildiğin o "hırs, haris, ihtiras, muhteris" sözleri hareseden türemiştir. Harese şudur evladım. Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Yani dikene karşı hırsı artar, iştahı kabarır. Böylece yedikçe ağzı kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir.” (Zülfü Livaneli-Huzursuzluk)
Yani ölçüsüz hırs zevk verse de öldürür! Akıl devreye girerse hırs dizginlenir, hayat normale döner. Hikâye bir yanıyla insanoğlunun ve dünyanın fotoğrafı gibi. Hepimizin çok gördüğü ve bildiği bir gerçektir. Hırsını aklının önüne koyan” insan türü işte! Hırs, kuşkusuz bir duygudur; hemen hepimizin farklı ölçülerde sahip olduğu duygulardan birisi. Sevgi, nefret, hüzün, sevinç, tutku, gurur, öfke vb. onlarca duygumuz var. Duygular insan için önemli ve değerlidir. Birçok davranışımızı duygularımız biçimlendirir. Kararlarımızda, tercihlerimizde ve eylemlerimizde duygularımız önemli rol oynar. Duygular çoğu zaman hareket kaynağımızdır, bizi motive eder; başarı ya da başarısızlıkta etkili olur. Bazı insanları, “Duygusuz insan” diye eleştiririz örneğin. Acımasız, duyarsız, kalpsiz demek isteriz.
Ruhumuzun bir parçasıdır aslında duygularımız. Bir başka deyişle, duygu dünyamızdır ruhumuz. Duygularımızı aklımızın ve adaletin önüne koymamamız gerekir noktasında Nisa Suresi'ndeki ayet mealine bakalım. Cebab-ı Hâk; 135﴿ Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır, buyurmaktadır.
Bir başka ayette; Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan adaletli şahitler olun. Bir kavme olan öfkeniz/kininiz, sizi adaletsizlik yapmaya sevk etmesin. Adaletli olun! O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. (5/Mâide 8) Bu açıklamalardan sonra şöyle bir değerlendirme yapalım. Şüphesiz ki akıl eğitimle şekil bulur. Eğer akıl vahiyle beslenirse o zaman en doğruyu fark eder. Duygular o kimseyi kötülüğe itse de aklını ve imanını devreye koyarak hakikatı bulur. Bu manada duygular nefse akıl ise hakka yönlendirir. Örnek verelim:
Hazret-i Ali, Allah yolunda bir gazâ esnâsında karşısına çıkan amansız, güçlü bir düşmanı alt ederek yere düşürmüştü. Tam son darbeyi indirecekken, ölümle burun buruna kalmış olan rakibi, o an can havliyle Hazret-i Ali’nin yüzüne tükürdü. Bu iğrenç davranış karşısında Hazret-i Ali o düşmanını bıraktı. Bu davranışı Hz. Ali (RA) şöyle açıklıyor: Ey kişi! Bilesin ki ben, kılıcımı Hakk’ın rızâsı için kullanmaktayım. Çünkü ben, Hakk’ın kuluyum, nefsimin, hevâ ve hevesimin değil... Burada Hz. Ali bize emsalsiz bir örnek sunmuştur. Aklını ve inancını duyguların önüne geçirmiştir. Biz liderlerimizi akıl ve inancımızı bir tarafa bırakarak duygularımızla anlatmaya kalkarsak ilahlaştırırız. Tarihimizi, aklın-bilimin ve vahyin ışığında değil de duygularımızla anlar ve anlatmaya kalkarsak hamaset yapar, gerçekleri görmeyiz. Şeyhlerimizi, tarikat liderlerimizi, ağalarımızı, üştadlarımızı duygularımızla anlamaya ve anlatmaya çalışırsak iş çığrından çıkmış olur. Ölçüyü kaçırmış oluruz. Yapmış olduğumuz değerlendirmelerin geçerliliği ve güvenirliği azalır.
Maalesef tarihimize, edebiyatımıza, romanlarımıza, destanlarımıza, kahramanlıklarımıza fazlasıyla duygular katılarak anlatılmış, hakikat hakikat olmaktan çıkmıştır. Vahiy- bilim ile beslenen aklın kontrolünde duygular kullanılmalı, müspet veya menfi yönde ifrat ya da tefride girilmemelidir. Son sözüm; Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: Resulullah (sav)'ın şöyle söylediğini işittim: “Dostunu severken ölçülü sev, günün birinde düşmanın olabilir. Düşmanına da buğzunu ölçülü yap, günün birinde dostun olabilir.” Tirmizi, Birr 60)