DEĞİNİLER

Ahmet Ufuk Erkan

      Ahmet Altan’a bir arkadaşı şu soruyu sorarmış: “Herkes bana deli dese, doktorlar deli olduğumu söylese, beni bir hastaneye kapatsalar ve ben sana deli olmadığımı söylesem, bana inanır mısın?”  Cevabı şöyle dillendiriyor: “Herkes “deli olduğunu” söylese ve o “ben deli değilim” dese... İnanır mısınız? Ben inanırım.” (30 Eylül 2008-Kim Korkar Herkesten-Taraf)

       En basitiyle, dost olmak, arkadaş olmak hatta tanış olmak bu. Budur. Peşi sıra yazdık, dost, arkadaş, tanış diye. Aralarında fark vardır muhakkak ve kişiden kişiye değişecektir. Hatta tam “farklarını ortaya koyduk” derken, ezberimizi bozacak bir örnek çıkacaktır karşımıza. Birbirine yakın bu nitelemeleri tam anlamıyla açıklamak, açık bırakmadan ele almak zor. Belki – hatta büyük ihtimalle- benzerlikleri daha kolay anlatılabilir.

 

                        Arkadaşlarımızla kendi ailemizden fazla zaman geçiririz. En yakınımızdırlar. Kimseye söylemedikleri bizde kalır. En derin ve anahtarı bulunamayacak sandıklarda saklarız sırlarını. Kızgınlık anında bile ağzımızdan kaçırmayız. Zorlamayla değil, zaten öyle olması gerektiği için. Gerçeğiyle sahtesi böyle çıkar ortaya zaten. Sahteciliğe gelmeyen yerlerden biri ve en önemlisidir. Bir dost, ya vardır ya da yoktur. İkisinin arasındaysa, yok hükmünü bile aşar, hiç olmamışlar arasına dâhil edilir.

 

                        Onlar arasında, içten içe bir tercihimiz vardır. Birini diğerine tercih eder içimiz. Oysa biliriz ki aralarında tarafsız olunmalıdır. Bunu ancak dışımızla becerebiliriz. İçimiz, içten içe tutar tarafını. Uykusuz gecelerde konuştuğunuzu, sabahın kızıllığında, şehri gören bir balkondan şafağı seyrettiğinizi, daha dünkü yetmeye kaptırmazsınız. Dile getirmezsiniz, evet dile getirilemez fakat içiniz böyle der. Hükmüne uyduğunuzu belli etmeseniz de cümleler arasına “lakin”lerle, “fakat” larla, türlü hatırlatmalarla katarsınız içinin durumunu.

 

                        Çok abartıldığında, içinizin yasak bölgesindekini-pek de kırmadan- dökersiniz ortaya. Bir dostunuzu, bir başka dostunuza savunursunuz. Tabii çok zorlandığınızda… Bu, yani bu tip bir savunma, en son başvurulacak olandır. Ona, o tercih ettiğinizi niye tercih ettiğinizi, hatta onun da niye tercih etmesi gerektiğini anlatırsınız. Dağdan gelene kaptırmazsınız bağdan geleni. Yani önceliği vardır “önce” olanın. Kıytırık, hatta kıytırık da olmayabilir, eleştirilere kaptırmazsınız. Kapana kaptırmazsınız…

 

                        Olur ya insanlıktır; yanına birilerini de almıştır diyelim. Düne kadar dizinin dibinden ayrılmadığını, lafını, önerilerini dinlediğini bombardımana tutarken, yandaş da bulmuştur. O artık bir “put” kırıcı olmuştur. Onun yaralayıcı çekicinin, yani bir dostunuzun çekiştirmesinin, yine bir başka dostunuza dokunmasına müsaade etmezsiniz, edemezsiniz. Aranızdaki hukuk, yazının en başındaki gibidir zira. Herkes karşısında olsa, hatta o bile kendi karşısında olsa, siz tüm bunların karşısında olursunuz.

 

                        Zorlayarak değil kendinizi, öyle olması gerektiği için…

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.