BU ŞEHİR KENDİ...

Pazar Sohbeti

 

BU ŞEHİR KENDİ ÇOCUKLARINI YEMEKTE ÇOK MAHİR…

Bu haftaki “Pazar Sohbeti” konuğumuz Anadolu Ajansı eski Bölge Müdürü Gazeteci Yazar Harun Çelik. Anadolu Ajansı'na Bölge Temsilciliğinde çalışan muhabirlerin evlerinin baskın yapılmasına kadar uzanan soruşturmanın perde arkasını anlatan Çelik önemli açıklamalar da bulunuyor…


Bana Trabzon Bölge Müdürlüğü de teklif edilmişti. Ben Trabzon kökenli bir ailenin çocuğuyum. Bu şehirde doğup büyümüşüm, burayı evim yuvam bilmişim bu yüzden Samsunuma hizmet etmek için burada kalmayı tercih etmiştim. ...


Anıl OLFAZ: Harun Çelik ismi Samsun'a geldiği günden itibaren hep gündemde oldu. Biz onu genelde yazdığı kitapları, gerçekleştirdiği söyleşileri, güler yüzü, dost canlılığı ve yardımseverliği ile tanıdık. Fakat bir gün bölge müdürlüğü görevinden alındığını duyduğumuzda çok şaşırdık? Neler oldu anlatır mısınız?

Harun Çelik: 21 Nisan Cumartesi günü öğle sularında telefonla aranarak çok acil bir şekilde ajansa gelmem istendi ve bir baskın havası içerisinde kendimi çok ağır ithamlarla suçlandığım bir sorgulama ortamında buldum. Anadolu Ajansı Türkiye Haberleri Editörü Ömer Ekşi, Baş Hukuk Müşaviri Avukat Zeki Arıtürk ve diğer hukuk müşaviri Mustafa Uyar, hakkımda soruşturma açıldığını söylediler. Şaka falan mı yapıyorlar diye yüzlerine baktım ama hiç şaka yapar gibi halleri yoktu. Hatta emir almış robotlar gibi mekanik bir şekilde hareket ediyorlar, kendilerine ezberletilen şeyleri tekrarlıyorlardı.

Soruşturma sonucu hakkımda karar verileceği belirtilmesine rağmen Samsun Bölge Müdürlüğü'nden alındığımı ve aynı büroya muhabir olarak atandığımı belirten 20.04.2012 tarihli evrak tarafıma teslim edildi. Yani hakkımda karar verildiği yazılı olarak belirtilip, bir gün sonra soruşturma başladı. Önce karar verilip sonra soruşturmaya başlanması manidardır.

Anıl OLFAZ: Sizin oldukça başarılı bir bölge müdürü olduğunuz tüm kamuoyunun malumu. Böylesine başarılı bir ismin paldır küldür görevden alınması insanın aklına bir komplo mu var sorusunu getiriyor. Size ne gibi suçlamalar yöneltildi?

Napolyon'dan bir örnek vererek cevaplamak istiyorum bu sorunuzu. Fransız ordusu bir savaşı kaybetmiştir. Napolyon generallerini toplar ve yenilginin sebeplerini bulmak ister. Generalleri, yengilimizin 100 tane sebebi var deyince Napolyan bunların neler olduğunun söylenmesini ister. Generalleri'' Birinci sebep ordunun cephanesi bitmişti'' deyince, Napolyon araya girer ve ''Tamam gerisini saymanıza gerek yok'' der.

Tıpkı bunun gibi, bana yöneltilen ve duyduğumda kulaklarıma inanamadığım suçlama Sayın Başbakanımıza küfür ve hakaret ettiğim iftirasıydı. Bu iddia karşısında şok oldum. Zaten bana bu soru yöneltildiğinde, bir komplo ile karşı karşıya olduğumu anladım. Böyle bir şey ile suçlanmak, bizzat bana yapılan bir hakarettir dedim. Niyetin üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğu çok açık belli olmuştu . Delilinin ne olduğunu bilmediğim bu tutarsız, anlamsız ve şahsıma büyük bir iftira niteliği taşıyan iddia asla gerçek değildi. Bu soruyu bana yönelten insanların bunu kulakları ile duymuş gibi tavır takınmaları ise oldukça üzücü ve rencide ediciydi. Bir başbakana küfür eden insan durumuna düşürüldüğüm için büyük bir üzüntü duymakta ve bu konuda özür beklemekteyim. Sayın Başbakanımız, bir muhabir olarak yıllarca takip ettiğim ve büyük muhabbet duyduğum bir insandır. Ona küfür ettiğimin söylenmesi, bizzat kendime küfür edilmesinden daha ağır bir durumdur benim için. Lakin ben ne söylersem söyleyeyim, karşımda oturan ve bir yerlerden talimat aldığı belli olan insanların söylediklerimi duymak gibi bir niyetleri yoktu. Hakmış, hukukmuş, adaletmiş, Allah korkusuymuş hiç umurlarında değildi. Sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın ismini böylesi alçak bir komplo da kullanmaları çok acıdır. Bu emrin Sayın Başbakanımızın basın müşavirliğini yapmış ve beni bizzat tanıyan Genel Müdür Kemal Öztürk tarafından verilmiş olması ise daha da acı bir durumdur. Kendilerini Allah'a havale ediyorum.

Genel Müdür Kemal Öztürk'e küfür ve hakaret ettiğim iddiası da tamamen asılsız ve gerçek dışıdır. Hiçbir mesnedi yoktur. Yalandır ve iftiradır. Sayın Genel Müdür, ajansta başlayan çalışma hayatımdan önce tanıdığım bir insandır. Kendisine küfür etmiş olmak için aklı melekelerimi yitirmiş olmam gerekir. Kendisine bir husumetim yoktur, kendisiyle yaşanmış tatsız bir anım da yoktur. Maalesef kendisini çok kötü doldurmuşlar.

KÜRTLER TÜRKLER ARAPLAR VE FARSLAR BÜYÜK BİR AİLENİN ÇOCUKLARIDIR DİYEN BİR İNSANI ETNİK AYRIMCILIKLA SUÇLADILAR


Anıl OLFAZ: Suçlamalar arasında sizin Genel Müdürü Kürt'tür diye aşağıladığınız da var?

Harun Çelik: Sayın Genel Müdürü, ''Kürt'tür'' diye aşağıladığım iddiası beni cidden yaralamış ve üzmüştür. Ayrıca kendisinin doğulu olduğunu biliyorum lakin Kürt yada Türk olduğu hakkında net bir bilgiye sahip değilim. Azeri olduğuna yönelik bir duyuyum vardı. Ki Kemal Bey, Kürt olsa bile sahip olduğum manevi değerler, ailemden aldığım insani ölçüler böyle bir tavır içerisinde bulunmama asla müsaade etmez. Belirtmek isterim ki benim sütannem de bir Kürt'tür ve bunu da her yerde büyük bir sevgi ve sempati ile dile getirmekteyim. Böylesine ırkçı bir davranışın bana yakıştırılması büyük bir iftiradır ve beni incitmiştir. Ben kitapları olan bir yazarım ve kitaplarımda bu konuda ki görüşlerim çok açıktır. Samsun'un ve Türkiye'nin dört biryanında yaptığım söyleşilerim ortadır. Her ortamda birlik ve beraberlik çağrısı yapan bir insana bu iftiranın atılması akıllara ziyan bir durumdur. Lakin kurt kuzuyu yemeyi kafaya koyduğu için ne söylense boştur.

Anıl OLFAZ: Genel Müdürü kimin yanıltıldığını düşünüyorsunuz?

Harun Çelik: Anadolu Ajansı Samsun bürosunda çalışan ve tüm şehrin ispiyoncu,dedikoducu,iftiracı ve fitneci olarak tanıdığı bir isim bu iftiraları Genel Müdüre iletti. Bu kişi şeytanı bile şeytanlıkta yaya bırakan bir insan müsvettesi. Bir de bunun emir eri olan bir küçük şeytan var. O da bu şeytanın kuyruğu. Bu ikisini şeytan bile görünce yolunu değiştirir. Kemal Bey de maalesef bunlara inanmaya hazırmış demek ki. Birilerinin siyasi gündemi ile de örtüşünce ortaya böyle bir tablo çıktı. Şehre geldiğim günden beri beni kendilerine rakip gören bazı isimlerde bu işin bir kıyısındalar. Bunlar küçük taşralı siyasetçiler ve ben bunları mevzu etmeyi bile gereksiz görüyorum.


Soruşturma için geldiğini söyleyen ama anladığımız kadarıyla operasyon ekibi denilecek kişilerin yaptıklarını ve ardından yaşananları Harun Çelik'ten dinliyoruz:


OPERASYON TİMİ BÜTÜN HUKUK KURALLARINI YERLE BİR ETTİ

Bu operasyon timi benimle görüştükten sonra, kapıları kilitledi. Özellikle benim döneminde işe alınan arkadaşlara, kendi istedikleri yönde ifade vermeleri için baskı yaptılar. İşten atma, hapse atılma gibi tehditler eşliğinde ifadesini aldıkları gençlere '' Sizden önceki herkes itiraf etti hadi sizde itiraf edin'' diye baskı yaptılar. Bu çalışanları, şahsımın aleyhinde ifade vermeye zorlamak, aksi takdirde işlerine son verileceğini, hatta cezaevine girebileceklerini söylemek, bu gençleri korkutmak hangi hukuk ve hangi vicdanın kabul edebileceği bir durumdur. Mesleğe yeni başlamış bu insanları ekmeğinizi elinizden alırız diye korkutmayı hangi gerekçe makul gösterebilir.

Aleyhimde konuşturamadıkları muhabirlere, '' Sen hiç cezaevine girdin mi? '' '' Cezaevine girmek ister misin?'', ''Yalan konuşursan cezaevine girersin'' tarzında gözdağı vermek ve korkutmak suç değil midir? Bu insanlar hangi hukuksal yetki ile bu tarz bir eylem, sorgulama ve tehdit içerisine girme hakkını kendilerinde görüyorlar. Çalışanları sorgulama sınırlarını aşan bu insanların kendilerini polis, savcı hatta yargıç yerine koymaları hukuki bir durum mudur? Yetki gasbı değil midir?

HARUN ÇELİK ALEYHİNDE KONUŞMAYANLAR İŞTEN ATILDI

Beni en çok üzen ise, tüm baskı, tehdit, yıldırma ve gözdağına rağmen aleyhimde konuşturamadıkları genç çocukları işten atmaları oldu. Bunu yapanların hiç Allah korkuları yok mu merak ediyorum. Biz arkamıza Allah'ı aldık, bazıları gibi dilimize değil. Sizi bir kere daha Allah'a havale ediyorum. Bu çocuklara niye kıydınız? Yıllardır yan gelip yatan, altı ay önce servis ettiği haberi yeniden servis edenlere inat, ulusal medyaya manşet çıkaran ve gece gündüz çalışan bu çocukları işten atmaya vicdanınız nasıl el verdi? Bu çocuklar ekmek mi onur mu sorusuna onurumuz diyerek cevap verdiler. Umarım size de ders olmuştur.


AJANSIN 92 YILLIK TARİHİNDE BİR İLK GERÇEKLEŞTİ

Ve daha sonra soruşturma adı altında insanlar tehditle ifade vermeye zorlanırken Anadolu Ajansı'nın, ''Samsun Bölge Müdürü Harun Çelik hakkındaki iddialar nedeniyle yapılan soruşturma kapsamında görevden alınmıştır'' haberi servis edilmesi ne anlama gelmektedir?

Devletimiz için arşiv, mahkemeler için delil olma özelliği taşıdığı Anadolu Ajansı Genel Müdürü Kemal Öztürk tarafından defaten ifade edilmiş olan kendi kurumum tarafından böyle bir haberin servis edilmesi, şahsım adına büyük bir itibarsızlaştırma değil midir? Bu haberi muhabir arkadaşa zorla yazdırmak ve ''Sayın Genel Müdür'ün talimatıdır'' demek ne anlama gelmektedir? Bu haberi kaynak gösteren internet haber sitelerinde boy boy resimlerimin kullanılıp, hakkındaki iddialar üzerine soruşturma kapmasında görevden alındığımın ilan edilmesi kamuoyunda şahsım adına birçok tezvirata mesnet teşkil etmiştir. Ki zaten bunu yapanların ve yaptıranların hedefi de buydu. Anadolu Ajansı gibi saygın bir devlet kurumu, kişisel hırsların oyuncağı, siyasi kumpasların aleti olarak kullanılmıştır ki, tek kelime ile yazık demekten başka bir şey aklıma gelmiyor.

AA OPERASYON TİMİ SES KAYITLARININ PEŞİNDE

Soruşturma adı verilen eylemin tamamlanmasının ardından bir grup muhabir arkadaşın kaldığı eve gece yarısı gidilmesi, ardından hiçbir yetkisi olmayan ve tek özelliği muhbirlik, iftira ve şeytana kuyrukluk yapmak olan bir kişinin '' Ses kayıtlarını sildiniz mi? '' diye sorgulama yapması hangi hukuk kurallarına uymaktadır? İnsanlara gözdağı vererek ve ardından TC kimlik numaralarını okutarak, ''Ses kaydımın alınmasına izin veriyorum'' dedirtmek hukuki bir durum mudur? Bu kişilerin böyle bir şeyi yapma yetkisi var mıdır? Bu ülkede ses kaydı alma ve bunu kullanma yetkisi kime aittir? Savcılar bu duruma seyirci kalmayacaklardır. Bu insanlarla yüce Türk adaleti önünde hesaplaşacağız.

Ve bu çalışanlara, ''Buraya nasıl geldiniz?'' ''Nereden geldiniz?'' ''Sizi kim gönderdi?'' gibi sorular sorarak bir örgüt mensubu imiş gibi davranılmasının gerekçesi nedir? Anadolu Ajansı'nda çalışan herkes bu tür bir sorgulamaya tabi tutulmakta mıdır? Bu çalışanlar buraya ilgili kişilerin imzası ve onayı sonucu alınmamışlar mıdır? Ki öyle olmuştur, öyle ise bu tür soruların anlamı nedir? Ne yapılmaya çalışılmaktadır?

Gazeteci kimliğimin yanı sıra kendi telif eserleri olan bir yazarım. Kitaplarımın çalışanlar tarafından zorlama sonucu alındığı ne kadar incitici bir ithamdır. Son çıkan kitabım ÖTÜKEN yayınları tarafından çıkartılmıştır ve kitabımın telif hakkını bile para olarak almamış, kitap olarak almış ve insanlara hediye etmiş bir insanım. Kitaba bir gelir kapısı gözüyle asla bakmadım. Çıkarmış olduğum birçok kitabı dahi para ile satın almış ve gençler istifade etsin düşüncesi ile hediye etmişimdir. Bunların makbuzları da mevcuttur. Bu kadar komik bir iddia olabilir mi?


MESLEKİ DAYANIŞMA YAŞAMAMIŞ BİR GAZETECİ VAR MIDIR?

Medya kuruluşları arasında yerine göre rekabet olur lakin yeri geldiğinde dayanışma olur. Birbirimizden fotoğraf alma, teknik destek alma, haber konusunda bilgi alış verişi gibi birçok konuda yardımlaşma mevcuttur. Bu çerçevede ajansımızın abonesi olan bir kurumun '' Web TV kuruyoruz. Birçok kamera denedik olmadı. Kameranızı denemek için kullanabilir miyiz? '' ricasına olumlu dönüş yapmam, bu kameranın hiçbir maddi karşılık olmadan, tamamen mesleki dayanışma çerçevesinde deneme için kullanılmasına bir elemanımın gözetiminde izin vermem, neden büyük bir suç gibi tarafıma yöneltiliyor anlayabilmiş değilim. Soracağınız her gazeteci mesleki dayanışma sonucu yaşadığı bir tür bir olayı örnek verecektir.

ÇALIŞKAN MUHABİRLERİ ÖDÜLLENDİRMEM BİLE SUÇ OLDU…

Bölge Müdürlüğü'ne getirildiğim günden beri performansı artırmak için elimden gelen tüm gayreti gösterdim. Bu çerçevede arkadaşlarımızı daha verimli hale getirmek için ne gerekiyorsa yaptım. Çalışanlar arasında ayrım yaptığım tamamen kötü niyetli bir ithamdır. Çalışmamak konusunda direnen arkadaşlardan, iş istemem, özel haber istemem dahi bu kişiler tarafından ayrımcılık olarak algılanmıştır. Ulusal gazetelere manşet çıkarmış, genç bir muhabire kalem hediye etmem dahi sorun olmuş ve bu iki şeytan tarafından kıskanılmıştır. Çalışanlar arasında ayrımcılık yapmak, benim asla başvurmayacağım bir yöntemdir.

BUNUN HESABINI HEM ADALETE HEM ALLAHA VERECEKLER

Bu iftiraların tek bir kaynağı olduğunu ve yöneticilerin yanıltıldığını düşünüyorum. Bu olayın arka planı şu şekilde gelişmiştir ve bunun da gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Bu sürecin yaşanmasından kısa bir süre önce bölgeyi ve çalışanları tanımak için gelen Ömer Ekşi'nin bazı arkadaşların tayin edileceğini söylemesi üzerine kendisine '' Tayini söz konusu olan şahıs her türlü iftirayı atmaya müsait bir şahıstır. Tayininin çıkmasından beni sorumlu tutacaktır ve her türlü iftirayı atacaktır'' demiştim. Tıpkı bu söylediğim ile karşılaştım ve arkasında bu şahsın olduğu iftiralar ile bu konuşmadan kısa bir süre sonra karşı karşıya geldim. Bu söylediklerimin şahidi bizzat Ömer Ekşi'dir.


BU ŞEHİRDE BİRİKİMLİ VE KALİTELİ İNSANLAR BARINDIRILMIYOR

Samsun'dan 22 yıl önce üniversite okumak için ayrıldım. Ankara, İstanbul ve dünyanın çeşitli yerlerinde gazetecilik yaptım. Başbakanla dünyayı dolaştım. Birikimlerimin sonucu olarak kitaplar çıkardım. Bütün bunların ardından doğduğum şehre gelip buraya hizmet vermek istememin altında başka niyetler arandı. Halbuki buraya tek geliş sebebim aileviydi. Bizim aile bağlarımız çok güçlü. Eşim ve ben çocuklarımızın büyük bir ailede, sıcak bir ortamda büyümesini istediğimiz için Samsun'a gelmeyi tercih ettik. Ama bunu bilmeyenler “Böyle bir kişi buraya gelmişse vardır bir hesabı” dediler. Hem şehirde çaplı ve birikimli insanlar olmadığından yakınıyorlar hem de kendilerinden birikimli olan insanların önlerini kesmek için akla hayale gelmedik komplolar düzenliyorlar. Maalesef bu şehir kendi çocuklarını yemekte çok mahir... Ben Trabzon kökenli bir ailenin çocuğuyum. Ama bu şehirde doğup büyümüşüm, burayı evim yuvam bilmişim. Bana bu olaylar olmadan önce Trabzon Bölge Müdürlüğü de teklif edilmişti ancak burada kalmayı tercih etmiştim.

Netice itibariyle birileri inanç dünyamdan rahatsız oldu, birileri siyasi olarak benden rahatsız oldu, birileri kontrol edemediği için rahatsız oldu. Tüm bunlar, bir iftiracının iftiraları ile birleşince ortaya böyle bir durum çıktı. Burası bir hukuk devleti ve herkes hukuk kurallarına uymak zorunda... Hepsiyle hukuk önünde hesaplaşacağız. Bir kere daha inandım ki adalet ve hukuk herkese lazım. Birileri bu oyunda kuklacı, birileri de kukla… Tek tesellim her şeyi gören ve bilen bir Allah'ımızın olması…

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (9)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.