İnsan, nimeti sever; fakat çoğu zaman nimetin arkasındaki hakikati görmekte zorlanır. Elindekini sahiplenirken; vereni unutur, kendisine dokunan emeği alırken; o emeğin sahibini görmezden gelir. Oysa hayatın ahlâkî dengesi çok nettir. Allah’a şükür; kulluktur, insana teşekkür ise; adamlıktır. Biri inancın omurgası, diğeri karakterin aynasıdır. Bu ikisi birlikte yürürse; insan kemale erer, biri eksik kalırsa; dindarlık kuru bir şekle, insanlık ise kaba bir menfaate dönüşür. Şükür; nimeti tesadüfe havale etmemektir. Sahibini tanımaktır. “Ben yaptım, ben kazandım” kibriyle değil; “Bana verildi” teslimiyetiyle yaşamaktır. Şükür; insanı haddini bilmeye çağırır.
Kendisini merkeze koyan değil, kendisine verilenleri emanet bilen bir bilince taşır. Kur’an’da şükrün bu kadar ısrarla vurgulanması boşuna değildir. Çünkü şükür, nimeti artıran bir sır olduğu kadar, insanı nankörlükten koruyan bir ahlâk zırhıdır. Şükürsüzlük; sadece bir unutkanlık değil, zamanla kalbi katılaştıran, vicdanı körelten bir çürümedir.
Ne var ki şükür, insanı yok sayma hakkı vermez. “Allah verdi” deyip, vesile olanı görmezden gelmek; iman değil, nezaketsizliktir. Çünkü Allah, nimetlerini çoğu zaman insanlar üzerinden ulaştırır. O hâlde o insana teşekkür etmemek, nimeti küçümsemek değilse bile, ahlâkı eksiltmektir. Teşekkür, tam da bu noktada bir edep ölçüsü olarak karşımıza çıkar. Teşekkür; gönül kazandırır, kalp onarır, ilişkileri insanî kılar. Bir teşekkür cümlesi, bazen saatlerce yapılan bir konuşmadan daha etkilidir. Çünkü teşekkür, samimiyet taşır.
Teşekkür eden küçülmez; bilakis büyür. Teşekkür, güçsüzlük değil; karakter göstergesidir. Kibirli insan teşekkür edemez. Her şeyi kendine hak gören, emeği lütuf değil borç bilen zihniyet, minnet duymayı zül sayar. Oysa teşekkür minnet değildir. Minnet; insanı bağlar, teşekkür ise; insanı özgürleştirir. Minnet alan üstünlük kurar, teşekkür eden saygı kazanır. Bu ayrımı yapamayanlar, çoğu zaman ya kibirle ya da eziklikle savrulurlar.
Bugün en çok yıpranan değerlerden biri de teşekkür kültürüdür. İnsanlar hizmeti çabuk tüketiyor, emeği hızlıca harcıyor, vefayı ise ağır bir yük gibi görüyor. Alıyor ama hatırlamıyor, faydalanıyor ama karşılığında bir gönül borcu hissetmiyor. Bu hâl, bireysel bir kusur olmanın ötesinde, toplumsal bir ahlâk erozyonuna işaret ediyor. Teşekkür etmeyen bir toplum, zamanla merhameti de kaybeder. Çünkü emeğin kıymeti bilinmeyen yerde, insanın değeri de ucuzlar.
Şükür ile teşekkür arasındaki denge bozulduğunda iki uç ortaya çıkar. Bir tarafta; sadece Allah’tan söz edip insanı hiçe sayan, sert ve soğuk bir dindarlık, diğer tarafta; insanı merkeze alıp Allah’ı unutan, seküler bir nankörlük. Oysa sahih duruş; bu iki çizgi arasında değil, bu iki hakikatin aynı kalpte buluşmasındadır. Peygamber ahlâkı; Allah’a karşı en çok şükreden, insana karşı en çok vefalı olan bir hayattır.
Şükür; kalbi arındırır, teşekkür; kalbi onarır. Şükür; insanı Rabbine yaklaştırır, teşekkür; insanı insana yaklaştırır. Biri olmadan diğeri eksik kalır. Çünkü kulluk; ahlâktan, ahlâk da; kulluktan kopuk değildir. Kulluk; edep ister, edep de; teşekkür bilmeyi gerektirir. Allah’a şükredip insana teşekkür edemeyen; imanını tamamladığını sanır ama karakterini eksik bırakır.
Şükür ve teşekkür; samimiyetin göstergesidir. Samimiyet; sahici cümleler kurabilmektir. Dilinden “Elhamdülillah” düşmeyen ama kalbinden “Teşekkür ederim” çıkmayan bir insan; samimiyetsisdir, kendini kandırıyordur. Gerçek olgunluk; Allah’a karşı şükürle, insana karşı teşekkürle yürüyebilmektir. İşte, hem kulluğun hem adamlığın terazisi; tam da buradadır.
İnsana teşekkür etmesini bilmeyen, Allah’a da şükredemez. İnsana saygısı olmayan, Allah’a da kulluk yapamaz. İnsandan gelen iyiliği göremeyen, Allah’ın lütfunu anlayamaz. Kulluğun farkında olmayan, komşuluk kuramaz. Teşekkür; acizlik değil, nezakettir. Şükür; acziyet değil, ibadettir. Gönül huzuru; varlığını sahibini bilmekle hissedilir. Aldığında şükretmek; verdiğinde huzurlu olmayı sağlar. Şükür; Yaratana, teşekkür; yaratılana karşı diyalog dilidir. Bu dilin lisanı; nimetin cinsinden verebilmektir.