Algı imparatorluğu

Soner SÜREN

Bazı güçler vardır ki kılıçla değil kelimelerle, tanklarla değil düşüncelerle yürürler. Ne gece karanlığında darbe gibi gelir ne de bir sabah muhtıra gibi kapınıza dayanır. O güç, adım adım hayatımıza sızar. Bakışlarımızı, değerlerimizi, alışkanlıklarımızı, hatta hayallerimizi şekillendirir. O gücün adı toplum mühendisliğidir.

Toplum mühendisliği bir toplumun düşünce yapısını, davranışlarını ve algılarını bilinçli şekilde yönlendirme çabasıdır. En eski yönetim tekniklerinden biridir aslında. Antik Roma’nın halkı yatıştırmak için 'panem et circenses' politikası bunun en çarpıcı tarihsel örneklerindendir.

Orta Çağ’da dini dogmalar, kitlelerin dünyayı algılama biçimini yöneten en etkili araçtı. Fransız Devrimi sonrasında ulus devletlerin yükselişi ile birlikte eğitim sistemleri ise yeni kimlikler inşa etmek için kullanıldı.

Tarihin her sayfası bu görünmez savaşın izleriyle doludur.

Bugün toplum mühendisliği daha rafine, daha sessiz, ama çok daha güçlü bir halde karşımızda. Artık meydanlarda değil ekranlarda, algoritmalarda, haber akışlarında ve sosyal medya etkileşimlerinde vücut buluyor. Bugün sözün yerini veri almış durumdadır. Propaganda pankartlarla değil, trendler ve akışlar üzerinden yapılıyor.

Günümüzde kitle psikolojisi kitaplardan laboratuvarlara taşındı. Artık insan davranışı ölçülebiliyor, tahmin edilebiliyor ve doğal olarak da yönlendirilebiliyor. Bir ülkedeki siyasi kutuplaşma, tüketim alışkanlıkları, hangi dizinin izlenmek istendiği, hangi sloganın peşinden gidildiği... Gerçeğin kendisinden çok, bize gösterilen gerçek konuşur oldu.

Elbette toplum mühendisliği sadece karanlık bir manipülasyon aracı değildir. Bazen ilerleme de ister. Cehaletle mücadele eder, toplumsal barışı korur. Atatürk’ün Cumhuriyet reformları buna en güçlü örnektir. Çağdaşlaşma, eğitim, kadın hakları, bilime yöneliş… Bunlar bir ulusun yeniden inşa edilmesidir. Yani toplum mühendisliğidir. Ancak özgürleştiren ve geleceğe taşıyan türüdür bu.

Bu görünmez güç, iyilik adına kullanıldığında toplumları yükseltebildiği gibi kötü niyetle kullanıldığında en büyük felaketi de getirebilir. Çünkü toplum mühendisliğinin karanlık yüzü, insanların iradesini elinden almak, bireyi sürüye dönüştürmek ve düşünceyi tek bir merkezin onayladığı kalıba hapsetmektir. Sorun, gücün kimin elinde olduğudur. Kimin yönlendirdiği, ne için yönlendirdiği ve bu sürecin ne kadar şeffaf olduğudur.

Bilgi çağında en büyük tehdit, hakikatin gölgelenmesidir. Sorgulama yetisini yitirmiş toplumlar, özgürlüğünü bile özgür iradesiyle kaybedebilir. Bugün her bireyin sorumluluğu bellidir aslında. Sorgulamak, okumak, düşünmek, kendi zihninin bekçisi olmak asli görevlerdendir.

Zira modern dünyada prangalar görünmez, duvarlar ise şeffaf ve zincirler dijitaldir.

Yaşadığımız dijital çağda, bir ülkenin geleceği sadece tanklarla değil yanlış bilgilerle, korku politikalarıyla ve yönlendirici propaganda akımlarıyla felce uğratılabilir. Halkın sesi, aslında duyduğu değildir. Birilerinin bize duyurulmak istediğidir. Doğru budur diye kulağımıza fısıldanan ne varsa sandığımızdan daha çok gözetlenir, süzülür ve önümüze konur. Böyle bir ortamda yenilik değil, konformizm; özgür ve özgün düşünce değil, kalıplaşmış tepkiler çoğalır.

Özgür bireylerin olmadığı yerde demokrasi sadece bir tabeladır. Eğer halk kendi zihnine sahip çıkmazsa, bir gün uyandığında en iyi ihtimalle fikirlerinin bile kendisine ait olmadığını fark edebilir. Daha kötüsü ise hiç uyanmamaktır. En tehlikeli esaret, esir olduğunu bilmemektir. Bu yüzden bugün sadece bilgiye değil, bilinçli bilgiye ihtiyacımız var.

Sorgulamak, eleştirel düşünmek, farklı sesleri dinlemek, duygularımızın hangi ellerle yoğrulduğunu anlamak zorundayız.

Hakikati aramayan toplumlar, sonunda kendi gölgelerinden bile korkar hale gelir. Unutmayalım ki bir ülke yalnızca bombalarla değil, algılarla da sessizce teslim alınabilir. Asıl mücadele, artık sokakta değil zihinde, ekranda, avuçlarımızdaki cihazlarda verilmektedir.

Toplum mühendisliğinin karanlık yüzü insanları yönetmez, onları kendi kendilerini yönetiyormuş gibi hissettirerek yönlendirir. Özgürlük sandığımız şey belki de sadece ustalıkla çizilmiş sınırların içinde dolaşma hakkıdır. Etrafınıza bir bakın. Düşüncelerimize ne kadar biz karar veriyoruz? Neyi seviyor, neden öfkeleniyor, kime inanıyor, kimden korkuyoruz? Mahalleler ayrışıyor, aile sofraları siyasetin gölgesinde soğuyor. Biz tüm bu kuşatmanın ortasında hala özgür olduğumuzu düşünüyoruz.

İşte toplum mühendisliğinin maalesef en parlak zaferi budur. İnsanları uçurumun kenarına getirirler, sonra da manzaraya hayran bıraktırırlar.

Toplum mühendisliğinin bu zehirli versiyonu bireyin aklını değil, duygusunu hedef alır. İnsanları düşünmekten çok hissetmeye, anlamaktan çok bağırmaya, tartışmaktan çok ayrışmaya yönlendirir. Bir milletin enerjisi ilerlemeden kutuplaşmaya kayar. Ekonomiden kültüre, hukuktan toplumsal huzura kadar her şey yıpranır. Telefonunuzu kapatın. Televizyonun sesini kısın. Kravatları boğazlarını sıkan, öfkeden tükürükler saçan figürleri susturun. Bir an durun. Etrafınıza bakın ve kendinize şu soruyu sorun. Gerçekten ben miyim düşünen, yoksa birileri benim yerime çoktan düşündü mü?

Unutmayın.

Özgürlük, yalnızca sahip olduğumuz en değerli şey değildir; aynı zamanda farkında olmadan kaybettiğimiz en tehlikeli şeydir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.