AKL-I SELÎM HÂKİM OLMALI

M.Halistin Kukul

AKL-I SELÎM HÂKİM OLMALI
       
Son hâdiseler, milletçe, tekrar tekrar düşünmemiz, aklımızı başımıza almamız gerektiğini bir daha ortaya koymaktadır. Devlet idâresi, gafleti asla kaldırmaz. Dünyâ kurulalı beri karşı görüşler dâimâ olmuştur. İnsanlığın devletleşmeye başladığı andan îtibâren de, ferdî mücâdele, yerini büyük çapta devletler / milletler arası mücâdeleye bırakmıştır.
Bugün; hiçbir mücâdele, devlet olmayınca hedefine ulaşamaz. Peki, 'devlet',  nasıl olunacaktır? Devletin müesseseleri vardır. Devlette, yukarıdan aşağı veya aşağıdan yukarı bir silsile vardır. Bu 'silsile', kanunlarla birbirine bağlıdır. Kanunların lâçkalaştığı / lâçkalaştırıldığı yerde, kişilerde nemelâzımcılık, vurdumduymazlık,  menfaatçilik başlar. Bu da; ayrımcılığın çekirdeğini teşkil eder. Bundan sonra iplerin kopmasını engellemek zordur. Bundan sonra güveni tâzelemek beyhûdedir.
Cemiyet dengesini sağlayan en mühim unsur 'adâlet'tir. Adâlet olmayan yerde merhamet, hürriyet, nezâket ve fazîlet gibi  üstün insânî değerlerin bulunması mümkün değildir. Aksi hâlde, burada; cinnet, sefâlet ve rezâlet hâkim olur.
Târih boyunca, Türk milleti çok gafletler ve ihânetler yaşamıştır. Yaşamıştır ki, onaltı imparatorluk ve yüzün üzerinde devlet kurduğumuzu söylüyoruz. Gelin görün ki, bu devletlerin kaçı yaşıyor!..
Akl-ı selîm derken, muhasebe ve muhakeme yapmayı da ihmâl etmememiz gerekiyor. Niçin bu hâle sürüklendik / sürükleniyoruz'un tahlilini yapmak mecbûriyetindeyiz. Mes'elenin sosyal ve siyâsî analizi yapılmadıkça bir netîceye varmamız da mümkün görünmemektedir
Yalnız şu bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti, târihinin en k(ı)ritik dönemini yaşamaktadır. Bunu ben söylemiyorum. Türkiye'yi, şu anda idâre edenler söylüyorlar.
Meselâ: Cumhurbaşkanı, 26 Ağustos 2015'te muhtarlara hitap ederken şöyle demiştir:  "Türkiye tarihinin en kritik dönemlerinden birini yaşıyor."
Lütfen dikkat buyurunuz: Cumhuriyet târihinin değil, "tarihinin en kritik dönemlerinden biri..." 
Yine, Cumhurbaşkanı, 30 Ağustos 2015 resepsiyonunda şunları söylemiştir: "Bugün de, ülkemizin birliğine, beraberliğine, kardeşliğimize ve geleceğimize yönelik tehditlerle karşı karşıyayız." 
Niçin???Niçin??? Niçin???
Bir de, lütfen; "Çözüm sürecini hayvanlar bile anlamış, bazı insanlar anlamıyor" diyen âkil bey'i  düşününüz!..Üzülmek neye yarar?..
"Bad-el Harab-ül Basra" !..
Cumhurbaşkanı'nın, 7 Eylül 2015 tarihinde yaptığı bir televizyon konuşmasındaki sözleri de çok çarpıcı ve üzerinde durulması gereken sözlerdir: 
"Çözüm sürecini bunlar adeta Güneydoğu'da, kısmen Doğu'da kendileri için silah stoklama süreci olarak değerlendirdiler. Çok ciddi bir silah stoklaması yaptılar. Burada bu süreç içinde güvenlik güçlerimiz, tabii 'Herhangi bir çatışmaya, şuna buna girmeyelim"'dediler ama daha sonra anladık ki bu süreç içinde bunlar bunu yaptılar."
Tabiiî ki, "akl-ı selîm"de kalmak şartıyla bir muhakeme yapmamız gerekiyor: Yukarıdaki cümlelerde geçen " bunlar (2)" ve "kendileri" kimlerdir? Bilinmez midirler?
Bu "bunlar", "çok ciddi bir silah stoklaması yap"arlarken; yukarıda sözünü ettiğimiz "Devletin müesseseleri" nerede bulunmaktaydılar? "Stoklama" yapılırken, "herhangi bir çatışmaya (girmemek)" , "güvenlik güçlerimizin"  inisiyatifinde olan  tavır mıdır?  Onları bağlayan hukukî ve idârî  kaideler yok mudur? Güvenlik güçlerimiz, şâyet bu durumlarda "çatışmaya girmeyecekler"  ise, ne zaman gireceklerdir?
Onları da sevk ve idâre edecek daha 'üst merciler' hangi işlerle meşgul idiler?
Başbakan, 4 Eylül 2015 târihinde: "Seçimi en güvenli şartlarda gerçekleştirmeye kararlıyız" dediği saatlerde,  stoklanmış silâhların, acaba yüzde kaçına ulaşılmıştır? 
Bu silâhlar, roketatarlar  vs. taşınırken, stoklanırken ve Nusaybin, Cizre, Şırnak, Çukurca, Varto, Diyarbakır merkez Sur ilçesi sokaklarına 'h e n d e k l e r"  kazılırken, bu yerlerin emniyet müdürleri, kaymakamları ve valileri neredeydiler???   
Bu emniyet müdürlerinin, kaymakamların ve bu valilerin ellerini-kollarını tutan, gözlerini bağlayan mı vardı? Varsa kim(ler)di?  Şâyet yoktu ise, bu işler bu hâle nasıl geldi?  
Tatile çıkmış olsalar bile, yerlerine vekilleri yok mu idi? 
Ne yazık ki; salâhiyetliler tarafından bu cümleler kurulurken, haykırılırken bile, hâlâ şehit haberleri geliyor ve gazetelerde, Türkiye'nin, 12 Eylül 2015 itibariyle, teröre 68 günde 115 şehit verdiği  haberleri yer alıyordu.
Elbette ki, akl-ı selîm sâhibi ve soğukkanlı olmalıyız!
Fakat; bir memleketin icrâ makamındaki salâhiyetlisi: "Seçimi en güvenli şartlarda gerçekleştirmeye kararlıyız" diyorsa;  bu, hâlâ 'güvensizlik hâkimdir' demekten başka nedir? Bu kararlılık, şimdiye kadar niçin olmadı? Bunu, bu hâle hangi ihmâller ve göz-yummalar getirdi?
Velhâsıl; akl-ı selîm sâhibi ve soğukkanlı olmalıyız! demekten başka söz bulamıyorum. 
Son söz olarak şunu diyeyim ki: Üçüncü Murat Han döneminde - 1585 yılında-  23 milyon 337 bin 600 kilometrekare olan ve bugüne kadar 38 devlet, 32 beylik, 17 hanlık, 4 atabeylik, 16 imparatorluk ve 10 cumhuriyet kurmuş olan Türk milletinin 'bir ferdi olarak' soruyorum: 
Şimdi / bugünlerde, bunları mı düşünecek, bunları mı konuşacaktık?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.