Büyükanıt'tan önemli tespitler

Büyükanıt'tan önemli tespitler
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Türkiye'nin çok kısa sürede geleceği açısından önemli olayların yaşandığını belirtti

1 ileriBüyükanıt, "Tarihte kısa bir süre sayılacak son 15 yıl içinde Irak'ta 2 kez savaş yaşanmış ve Türkiye'nin geleceği açısından yaşamsal önem taşıyan olaylar gerçekleşmiştir" dedi.


Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığına (ATASE) bağlı Stratejik Araştırma ve Etüt Merkezi (SAREM) tarafından düzenlenen "Orta Doğu: Belirsizlikler İçindeki Geleceği ve Güvenlik Sorunları" sempozyumu, Harp Akademileri Komutanlığı Atatürk Harp Oyunu ve Kültür Merkezi'nde başladı.


Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Ortadoğu'nun geleceğinin ve güvenliğinin tartışıldığı toplantıya 52 ülkeden, 124 uzmanın katıldığını belirten Büyükanıt, konuşmasında "Medeniyetler Çatışması" adlı kitabıyla tanınan Hunter'ın çağdaşlaşmayla ilgili kuramlarını hatırlatarak, "Bu kurama göre çağdaşlaşma ile birlikte ortadan kalkacağı düşünülen etnik, dinsel ve mezhepsel bölünmeler daha da artacaktır.

Stratejistlerin bu tetkikleri ile bugünkü güvenlik anlayışı arasında ilgi kurmak da mümkündür. Bunun yanında farklı yorumlar da yapılabilir. Farkıl bir yoruma göre küresel anlamda çağdaşlaşma beraberinde bölünmeleri de getirir. Yoksa çağdaşlaşan toplumlaşan henüz bu düzeye ulaşamamış olanları istismar mı ediyor. Öncelikle bu sorulara cevap verilmesi gerekiyor" dedi.


Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya, Ortadoğu ve Afrika'da son 15 yılda meydana gelen gelişmelerin güvenlik ve tehdit algılamalarında geçmişe nazaran önemli değişikliklere neden olduğunu vurgulayan Büyükanıt, "Soğuk savaşın ve bloklar arası mücadelenin sona ermesi ile küreselleşmeye yönelik yeni bir dünya düzeni arayışına gidilmiş, bu da tehdit kavramını büyük ölçüde değiştirmiştir. Tehdit daha önce belirginken, 21. yüzyıl başlarında belirsiz, çok yönlü, çok boyutlu ve değişken bir yapı haline dönüşmüştür. Ancak açıkça ifade edeyim geçmişte de tehdit olgusu her zaman manüpüle edilmiştir" diye konuştu.


Büyükanıt, çok kısa sayılabilecek bir sürede Türkiye'nin geleceği açısından önemli olayların yaşandığını ifade ederek, "Tarihte kısa bir süre sayılacak son 15 yıl içinde Irak'ta 2 kez savaş yaşanmış ve Türkiye'nin geleceği açısından yaşamsal önem taşıyan olaylar gerçekleşmiştir.

Orta Doğu'da birbirine bağlı ve süratle değişim gösteren gelişmeler adeta yumak haline gelmiş, birbirinden ayrılamayacak sorunlar bölgenin ve dünyanın barış ve istikrarını ciddi şekilde etkilemektedir. Ayrıca, gelişmekte olan ekonomilerin enerjiye olan ihtiyacının her geçen gün artması, kaynakların sınırlı olmasının getirdiği endişe nedeniyle enerji kaynakları ve bu kaynaklara ulaşımın kontrolü için yapılan güç mücadelesi, bölgeyi istikrarsız hale getiren en önemli unsur olarak görülebilir" şeklinde konuştu.


Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, 2004 yılında, 2030 yılına bakıldığında enerji ihtiyacının her geçen yıl arttığının görüldüğünü İfade ederek şunları söyledi:
"Küresel ölçekte yüzde 70'lere ulaşan bir açık var olacak. Açığın Çin'de yüzde 90'lara, ABD'de de ise yüzde 50'lere ulaşacağı öngörülmekte. Sempozyumda ele alınan Orta Doğu coğrafyası bugün dünya petrolünün yüzde 55'ine, doğalgazın da yüzde 40'ına sahip.

Sanıyorum sadece bu rakamlar bile Orta Doğu'daki istikrarsızlığın nedenlerini anlama konusunda bir fikir veriyor. Şunları kendimize sormak durumundayız 'acaba Orta Doğu'yu bu duruma getiren etnik, dinsel ve ideolojik çatışmalar mı, yoksa bu çatışmaları tetikleyen işlevi dış ve büyük çerçevede olan güçler mi?'"

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Türkiye'nin soğuk savaş sonrası dönemin jeopolitik tartışmalarının merkezinde laik ve demokrat yapısıyla bir istikrar ve denge unsuru olduğunu belirterek, "Son yıllarda Türkiye'nin bu yapısını bozmaya çalışan mihrakların ortaya çıktığını da endişeyle izliyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti'nin önüne birtakım sıfatlar takmaya çalışanların olduğunu görüyoruz. Cumhuriyetimizi ve onun temel ilkelerini hiçbir güç kendisine biat ettiremeyecektir" dedi.


Son zamanlarda Orta Doğu'da en fazla dikkat etmemizi gerektiren ve bünyesinde potansiyel tehdit unsurları
barından ülke Irak'tır ABD ve koalisyon güçlerinin 19 Mart 2003 tarihinde başlattıkları Irak harekatı ile başlayan süreç, Orta Doğu'yu doğrudan etkilemiştir. Savaşın başlangıcından itibaren milyonlarca Iraklı yer değiştirmiş, bir çoğu mülteci konumuna düşmüştür" dedi.


Büyükanıt, Irak'ın geleceğine ilişkin belirsizliğin sürmesinin mezhep ve etnik gruplar arasında da huzursuzluğu artırdığını ifade ederek, "Bunun sonucu olarak da bu gruplar Irak'ın bütünlüğü yönünde çaba göstermek yerine, mevcut durumdan katkı sağlayamaya çalışmaktadır.

Irak'ta 190 farklı tip mezhep ve etnik grup vardır ve rejimin çözülmesiyle gruplar arasında çatışmalar ortaya çıkmıştır. Bu çatışmalar sonucu yüz binlerce kişi evlerini terk etmek zorunda kalarak ülke dışına kaçmış ve Irak, işgal öncesi
farklı etnik kimlik ve mezhepten kişilerin bir arada yaşadığı yer olma özelliğini yitirmiştir.

Ortaya çıkan bu tabloya bakılarak Irak'ın geleceği pek umut verici gözükmemektedir. Ülkenin parçalanma ihtimalinin göz önünde bulundurulduğunda Irak'ın geleceği nasıl şekillenirse şekillensin, Türkiye'nin iç ve dış politikalarını etkilemeye devam edecektir" şeklinde konuştu.


Konuşmasında Osmanlı İmparatorluğu'ndan örnek veren Büyükanıt, "Osmanlı İmparatorluğu döneminde Orta Doğu'da çeşitli etnik ve dinsel grupların yüzyıllara varan süreçte bir arada yaşamıştır. Ben olaya siyasi ve politik açıdan bakmak yerine, olayı sosyolojik açıdan değerlendirmek istiyorum.

Bu çatışmalar neden ve ne zaman başladı, bu sorunların kaynağı ne? Kişisel görüşüm, bu sorunların birinci dünya harbi sonrasında başladığıdır. Tarihi iyi okuyamazsak ne bugünümüzü, ne de geleceğimizi sağlıklı bir
şekilde değerlendiremeyiz" diye konuştu.

Irak'ın Geleceği


Orgeneral Büyükanıt, Irak'ın toprak bütünlüğünün ve istikrar ortamının sağlanmasının Türkiye için hayati öneme taşıdığını vurgulayarak, şunları söyledi:
"Irak'ta sorunların çözümü için öncelikle bölge ülkeler ve tüm uluslararası toplum, kendi üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir.

Irak'ın etnik ve mezhep esasına dayanan siyasi ve toprak bütünlüğü sağlanmış egemen çoğulcu demokratik hukuk devleti yapısına kavuşması ve Iraklıların insanca yaşamalarını büyük bir içtenlikle arzu ediyoruz. Ancak bu husususun kısa ve orta vadede gerçekleşme olasılığı konusunda iyimser değiliz.

Mevcut yapının kalıcı hale gelmesi durumunda Irak, her türlü
istikrarsızlığın merkezi durumuna gelecek ve Orta Doğu'da istikrara ulaşılamamasının temel nedenlerinden biri olacak. Bir ülke bu kadar kan dökülen ortamdan istikrara götürülemezse, bu konuda büyük endişe duyulur.

Mezhepsel ve etnik çalışmaların bu denli yoğun olduğu ortamda barışa ve huzura ulaşılabilir mi?"

İran'ın nükleer programı


Ortadoğu'da güvenlik sağlanması için İran'ın da büyük önem taşıdığını ifade eden Büyanıt, şöyle devam etti:
"İran 2003 yılı ortalarına kadar Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'ndan gizli olarak nükleer tesisler inşa etti ve uranyum zenginleştirme çalışmalarını yaptı. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun ülkesinde denetleme yapmasını kabul etti ancak bunu anayasal sürecinden geçirmedi.

İran, Türkiye ve tüm dünya tarafından hassasiyetle izlenmektedir. İran'ın nükleer programının tamamen barışçıl amaçlar olacağına dair güven tesis etmesi gerekmektedir. Bölgede yeni sorunlar çıkmasını engelleyecek sağduyulu
politikalar izlemesi, nükleer silahlardan arınmış barış ve istikrar içinde Orta Doğu'nun tesisi bakımından büyük önem taşıyor, Türkiye özellikle yaşadığı coğrafyada bulunan tüm ülkelerle güvenli bir iş birliği ve barış içinde yaşamak istemektedir".


Bölgedeki kargaşa ortamından terörizm konusunun yarar sağladığflı tip mezhep ve etnik grup vardır ve rejimin çözüına dikkat çeken Büyükanıt, şunları söyledi:
"Irak'ta devam eden istikrarsızlık, başta PKK/KONGRA-GEL terör örgütü olmak üzere terör örgütlerinin gelişmesi için uygun bir ortam yaratmış, bölgedeki Şii-Sünni çatışmasına bağlı olarak terör örgütleri güçlenmiş, devam eden direniş örgütlerinin birleşmesine yol açmıştır.

Tarihi bağlar, bu bölgedeki istikrarsızlığın her an Orta Doğu'ya yayılması tehlikesini ortaya koymaktadır. Ayrıca Orta Doğu genelinde Hamas, Hizbullah, Müslüman Kardeşler gibi örgütler de mevcut ortam içinde kendilerine yaşam alanı
bulabilmektedir. 1990'larla beraber uluslararası arenaya yeni örgütler de dahil olmuştur.

Tehdit ve tehlikenin zaman, mekan ve boyutu tam olarak kestirilemez hale gelmiştir. Bu tehditlerden en önemlisi olan uluslararası terör, 11 Eylül'den sonra ulusların gündeminde ilk defa ilk sırayı aldı. Orta Doğu'daki terörün amaçları, hedefleri ve ideolojileri birbirinden farklı olan terör örgütleri tarafından, bu örgütlerin uyguladıkları politikalara, dolaylı veya doğrudan bazı devletler destek sağlamaktadır.

Açık şekilde, çoğu Türkiye'nin müttefiki olan bazı Avrupa devletleri, PKK'ya sağladıkları destek bağlamında terörle mücadeleyle bağdaşmayan yaklaşım içindedir. 1990'lı yıllarda İsrail-Filistin anlaşmazlığına odaklanan terörün yanı sıra Orta Doğu'da radikal dini akımların belirgin şekilde ortaya çıkması, istikrar ortamının ve uluslararası güvenliğin sağlanamamasındaki temel nedenlerden biri olmuştur.

Türkiye, terörle mücadele konusundaki kararlılığını her türlü platformda dile getirmektedir. Terörle mücadele ve güvenlik bağlamında ulusal çıkarlarımızı, güvenliğimizi korumak maksadıyla 17 Ekim 2007 tarihinde TBMM'de bir tezkere kabul edildi.

Bu kapsamda, uluslararası hukuka dayanarak, Irak'ın kuzeyindeki terörörgütü kamplarına gerçekleştirdiğimiz hava ve kara harekatları, terör örgütüyle mücadelemizdeki kararlılığımızın en önemli göstergesidir. Bölge ülkeleri arasında terörden en fazla etkilenen ülke olarak, hiçbir haklı gerekçesi bulunmayan terörün insanlık suçu olduğuna inanıyorum.

Bir taraftan masum insanları acımasızca katleden teröristlerle mücadele ederken, diğer taraftan terörizmi oluşturan ve destekleyen şartların ortadan kaldırılması için uluslararası alanda daha güçlü bir iş birliği mekanizmasının
kurulmasının ve desteklenmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Türkiye, hızlı ve öngörülemeyen değişimlerin yaşandığı Orta Doğu olarak adlandırılan coğrafyada Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı ve uygarlık devrimlerini gerçekleştirmiş, bağımsız ve güçlü bir kutup yıldızı olarak gururla parlamaktadır.

Türkiye, Orta Doğu ile tarihi, kültürel ve geleneksel bağlara sahiptir. Bölgenin bütün ülkeleriyle dostça ilişkiler geliştirmeyi arzulamaktadır. Türkiye'nin bölgedeki gelişmelerden doğrudan etkilenmesi nedeniyle çatışmalarla sürekli gündemde yer alan Orta Doğu'da sürdürülebilir barışa, istikrara, güvenliğe ve refaha ulaşılmasında büyük yarar görmektedir.

Bugün bölgeye yönelik politikaların ve stratejilerin oluşturulmasında bu hususun eksik kaldığını düşünmekteyim. Sonuç olarak dünya en ufak sarsıntılara hassas kristal bir küre gibi durmaktadır. Doğrusal olmayan etkiler ve öngörülemez sonuçlar arasında yuvarlanan bu kristal kürenin geleceği, insanlık olarak bizim ellerimizdedir."

"Gölge etmeyin başka ihsan istemez"


Orgeneral Büyükanıt, bölgede barışı sağlanması için gerekçesi ne olursa olsun masum insanların yaşamlarının hiçe sayılmasına, insan yaşamını hiçe sayan örgüt ve yaklaşımlara destek verilmesine sıfır toleransla bakılmasının ortak payda olmasının gerektiğini ifade ederek, "İngilizceye çevrilmesi biraz zor ama ben yine de Türkçe söyleyeceğim. Sorunlarla boğuşan ülkelere destek sağlamak lazım.

Eğer destek sağlanmıyorsa, bizim deyimimizle diyorum ki 'gölge etmeyin başka ihsan istemez'. Bazı Batılı
stratejistlerce savunulan 'medeniyetler çatışması' ve 'Haçlı seferleri' gibi kavramların kullanılmasına, kalıcı bölgesel istikrar adına son verilmelidir. Bu konular gündemden düşürülmelidir. Çağ dışı düşüncelerdir.

Orta Doğu'da evrensel ve insani değerlerin yerleşebilmesini temin edebilmenin yolu güvenli, demokratik ve bilimsel düşünceyi esas alan, etnik kimlik, din ve mezhep esasına dayanmayan devlet yapılarına ve bu devlet yapılarının kontrol ettiği ulusal güç unsurlarına sahip olmaktan geçer. Böyle bir
ortamda jeopolitik konumu itibarıyla dünyanın en önemli petrol ulaşım hatları, doğal su yolları, kara, hava ticari ulaşım hatları üzerinde yer alan Türkiye, soğuk savaş sonrası dönemin jeopolitik tartışmalarının merkezinde laik ve demokrat yapısıyla bir istikrar ve bir denge unsurudur.

Türkiye'nin bu önemi, hem dünyanın ekonomik ve politik çıkarlarının ortasında ve içinde yer almasında hem de felsefesini Atatürkçülük'ten alan kendi gücünden kaynaklanmaktadır. 21. yüzyıl dünyasının kritik ve hassas
jeopolitiğinde yer alan konumuyla ekonomik, siyasi, sosyal, askeri ve kültürel alanlarda güçlü bir Türkiye, bölgesinin temel dinamiklerinden biridir ve böyle olmaya da devam edecektir. Son yıllarda, Türkiye'nin bu yapısını bozmaya çalışan bazı mihrakların ortaya çıktığını da endişeyle izliyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti'nin önüne birtakım sıfatlar takmaya çalışanların olduğunu görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti'nin yasal organları buna asla izin vermeyecektir. Üzülerek ifade ediyorum, bu tür yaklaşımlar hepimizin ortak paydası olan demokrasi kavramının içine konularak Türkiye'ye dayatılmaya çalışılmaktadır.

Hem Avrupa'nın hem de Orta Doğu'nun bir parçası olan Türkiye, laik yapısıyla İslam dünyasının tek örneğidir. Atatürk'ün kurduğu cumhuriyet, geleceğimizin tek gerçeğidir ve bunu hiçbir güç değiştiremeyecektir. Cumhuriyetimizi ve onun temel ilkelerini hiçbir güç kendisine biat ettiremeyecektir."