KİM BU GAZETECİ?

KİM BU GAZETECİ?
Samsun'da yerel bir gazetede köşe yazarlığı yapan Mehmet Yazıcı'nın , daha önce evlenip ayrıldığı eşi Sultan Neval Şimşek ...


Samsun'da yerel bir gazetede köşe yazarlığı yapan Mehmet Yazıcı'nın , daha önce evlenip ayrıldığı eşi Sultan Neval Şimşek 'BEN GAZETECİ DEĞİLİM' başlığıyla kaleme aldığı köşe yazında öyle ilginç olaylar anlattı ki okuyanların adeta kanı dondu.

GAZETECİYİM DİYE DOLANAN DOLANDIRICILAR VAR
Hala ortalıkta gazeteciyim diye dolanan “dolandırıcılar” var diyerek birilerine gönderme yapan Şimşek'in yazısında anlattığı gazetecinin kim olduğu merak edilirken, Şimşek,Cemiyette bir kadeh rakı ısmarlar belki diye dün kavga ettiğinin o an eteğini öpen, “meslek size ona buna vurmak-geçirmek, anlayış gösterin” deyip sırıtabilen ve hala “şu kadar yıldır gazeteciyim” diyebilen ve bir kısım diğer “medya” tarafından alkışlanan “kazeteciler” varken“BEN GAZETECİ DEĞİLİM” diyor.

UÇKUR DÜŞKÜNÜ DEDİĞİ GAZETECİ KİM?
Bir sayfa kitap okumadan kendini okur göstererek sövgü düzme ile köşe yazarlığı yapanlara sert sözlerle yüklenen Şimşek''Karısının cebindekileri çalanları da görmüşlüğümüz, bebelerinin süt parasını içki masalarında kadınların cilvelerine bırakanların gazeteciyim diye dolandığı ortalıkta ben gazeteciyi değilim. Kendi gazetemi,kurana kadar çoktan öğrenmiştim hem gazeteciliği hem de her türlü -P-erakande –İ-htiyaç –Ç-arelerini… İşimin başından doğum sebebiyle ayrılmak zorunda kaldığımda, şirketi bir uçkur düşkünü, şeref yoksunu ile onun etrafında uçuşan dişi akbabalara bıraktığımın farkında bile değildim diyerek bakın neler anlatıyor?.
İşte o yazı...
BEN GAZETECİ DEĞİLİM

Tatil dönüşçüsüydüm, söylemesi ayıp yeni aldığım devre mülk'de tatili kapatmaya gitmiştim. Dönüş yolu, bu senenin son denizi-kumu olduğunu bildiğimden uzadıkça uzuyor, dinlenme araları 10 dakikadan bir saate çıkıyordu izafiyet teorisi desteklensin diye…

Edremit terminaline geldiğimizde ise Einstein olsa 'teori tavan yaptı' derdi herhalde… İkinci sıradaki koltuğumda, çatlak bir otobüs camı arkasından boş ve sıkılmış gözlerle bakınıyordum etrafa. Tam önümüzdeki kareyi görene kadar sürdü bu boşluk. Sizin de aşağıda fotoğrafını gördüğünüz hayat ve yurdum karesini… Tezgahta, bahçe salatalıkları… Arkasında gençten bir kadın… Kucakta henüz kırkı çıkmadığı belli bir bebe, yanında bir yaşını doldurmamış kardeş!... Ve oraya buraya koşuşturan bir baba…
Ön koltuktaki yolcu teyze kızıyla konuşuyor: “Cık, cık cık, şuna bak yaa… Daha çok küçük çocuklar, elden ele veriyorlar bebeği, yazık ama… Sefalet bu!”… Teyze bu kareden sefalet görüyordu… Bir daha baktım ben de… Sefalet dışında her şeyi görmüştüm oysa… Mesela çaresizlik görüyordum: İki bebeye rağmen annenin de çalışması gerekliliğini… Bebeleri bırakacak hiçbir yerin olmadığını, bir dost bir arkadaştan bile yoksunluğu… Ama aynı zamanda sevgiyi ve omuz omuzalığı… Her durumda eşine destek vermeyi, kucağında iki çocuğuyla kocasının yanında olmayı, karısının bu fedakarlığına minnetkar bakışları… Ve ön koltuktaki teyzenin tezgaha “mama alırsın” diyerek bıraktığı on lirayı ne yapacağını bilemeden de olsa cebine atmadan (karısının cebindekileri çalanları da görmüşlüğümüz, bebelerinin süt parasını içki masalarında kadınların cilvelerine bırakanları da yaşamışlığımızdan olsa gerek) şaşkınlık dolu bakışlarım arasında karısının yelek cebine sıkıştıran sadakat dolu bir emekçiyi… Elim gayri ihtiyari çantamda her daim taşıdığım fotoğraf makinesine gitti. Aşağıda gördüğünüz kare görüntülendi ve yanımdan bir ses:“Gazeteci misin abla?” Henüz kafamı çevirip cevaplamama fırsat kalmadan akın etti düşünce hızıyla hayatımın sahneleri beynime… Gazeteci miydim? Lisedeki tek hedefimdi basın-yayın fakültesi. İş sorunu olduğu için alan değiştirmiştim. İlahiyatçı olmuştum ama basın-yayın dünyası hiç terk etmemişti bendeki sevdasını. Para kazanmak dışında her şeyiyle bu dünyanın içinde bulduğumda kendimi, sabahın saat dördünde matbaada gazete katlıyordum. Samsun matbuat dünyası yedi sene boyunca lise hayallerimi gerçekleştirdiğim bir konukseverlik göstermişti. Ekip gazetesiyle başlayan bu süreç bu alana az buçuk bulaşmış hemen herkesle ahbablığa, dostluğa, hatta kardeşliğe kadar gitmişti. Para verilemediği için muhabirler gazetelerden sapır sapır dökülürken işler ben ve birkaç kişiye kaldığı dönemlerde, gazetenin internet bağlantı parasını bile devlet memuru maaşımdan öderdim. Spor haberine kadar her tür haberi yapar olmuştum bir yıl geçmeden. Titrimiz köşe yazarıydı da yaptığımız iş her şeydi. Görselden kültür sanata, spordan reklama kadar… Kendi gazetemi, (sıfatına gazeteci diyen birinin üstüne olmak kaydıyla), kurana kadar çoktan öğrenmiştim hem gazeteciliği hem de her türlü -P-erakande –İ-htiyaç –Ç-arelerini… İşimin başından doğum sebebiyle ayrılmak zorunda kaldığımda, şirketi bir uçkur düşkünü, şeref yoksunu ile onun etrafında uçuşan dişi akbabalara bıraktığımın farkında bile değildim, hatta bunu rüyamda görsem tersine yorardım… Evime, arabama, şirketime hatta maaşımın tamamına gelen hacizlerden ve tüm bu batağı bir bebeyle babamın üstüne yıkıp soluğunu metresinde alan(yine de Allah affetsin, vicdanı cehennemi olsun) bir “onur abidesi-ilke düşkünü!”nden kurtulup çıkabilmiştim. “Tüm tecrübelerim ve hayallerim bende kalmak kaydıyla bu defteri ve bu şehri kapatıyorum” diyerek başka bir işe ve şehre geçiş yapmıştım. 3 sene sonra Haydarcığım “Abla, spot 4 harfle yazılır, bu tecrübelerin ve sen bize lazımsın” diyene kadar…

Peki ya ben Gazeteci miydim?

Bu işin fakültesini okumuş yani diplomalı-okullu olan, şu camiada parmakla sayıldığına göre, “alaylı” olmayı hesaba katmadan varsayıyorum;
Bu kadar çilesini çekmeme, Her alanını bilmeme, Her kazığını yememe, Her cins insanını görmeme, Şu an okullarda yayın-iletişim dersi vermeye yetkili görülmeme, Her ilkesini bilip uygulamaya ve uygulatmaya çalışmama,
RAĞMEN… Hala ortalıkta gazeteciyim diye dolanan “dolandırıcılar” varken;
Gazeteci sanılan ve prim verilenler, “toptan haber” tüccarıyken;
Bir sayfa kitap okumadan kendini okur göstererek sövgü düzme ile köşe yazarlığı yapanlar bu mesleğin direğini(ucunu nereye sokacaklarına kendilerinin karar verdiği) taşıyorken; İki kelimeyi bir araya getiremeyen yerelcilerin yaptıkları gazeteler yüzünden okul çağı çocuğuna gazete okumak yasaklanmışken; Cümlemiz alaylı olmasına rağmen, ortaokul terk alaylı adi suç sabıkalı “gasteci”nin, ticaretten alaylı bir diğer gazeteciye “kazeteci” diyerek koltuk kavgasını iyice bayağılaştırması haber değeri taşımışken;
Hayata tutunamamışlığını, öfke ve kinlerini, hayatta başarmış ya da öyle görünen herkes üzerine, ellerindeki kalemleri kullanarak kusan gazeteciler hala Samsun'da iftar yemeklerine çağırılıyor ve mafyacılık oyunları ciddiye alınıyorken; “Gazetecinin parası pul karısı dul olur” beyliği sırf gerçek olsun diye tüm emanet şirket ve paralara ihanet edip batıran, tüm karılarını er ya da geç boşayanlar hala “gazeteciliğin ilkelerinden” bahsedip şerefli takılabiliyorken; Cemiyette bir kadeh rakı ısmarlar belki diye dün kavga ettiğinin o an eteğini öpen, “meslek size ona buna vurmak-geçirmek, anlayış gösterin” deyip sırıtabilen ve hala “şu kadar yıldır gazeteciyim” diyebilen ve bir kısım diğer “medya” tarafından alkışlanan “kazeteciler” varken;
Samsun'daki suç oranı ile ilgili ahkam kesip emniyete akıl veren bazı(!) köşe yazarlarının kişisel dosyasında işlemediği adi-siyasi suç kalmamışken;
Diye geçti gözümün önünden… Ve dudaklarımdan dökülüverdi; “BEN GAZETECİ DEĞİLİM” cümlesi… “Niye resmini çektin o zaman onların abla?” “Ben aslında onları değil, senin “GAZETECİ MİSİN?” sorunun fotoğrafını çektim güzel kardeşim… Boşver anı deyip geçelim”… Çünkü güzel kardeşim; “Bir fotoğraf karesine ve bir tek soru cümlesine bu kadar şeyi sığdırabilsem de hala insanlığa sığdıramadığım şerefsizliklerin varlığı yüzünden. BEN GAZETECİ DEĞİLİM!...”

 

Hızlı Linkler: Otobüs Bileti, Ulusoy Bileti, Otobüs Firmaları, Otobüs biletleri

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
12 Yorum